KÖR BAYKUŞ (Sadık HİDAYET)

Uzun zamandır pek çok kitap bloğunda ismine rastladığım bir kitaptı Kör Baykuş. Daha önce de ismini duymuş; ancak bir türlü okumaya fırsat bulamamıştım. Adını çok duyduğum kitapları hemen alıp okuyasım yoktur çoğu zaman; ama bu benim için farklıydı. Neden mi?

İsminden ötürü. Baykuş hep keskin bir görüşü ifade eder aslında. Hem gerçek hem de mecazi anlamda. Ancak kitabın adında baykuşun körlüğü öne çıkarıldığına göre edebi anlamda “ilginç ve iyi” bir kitap olmalı, diye düşündüm. Benzetmeler, söz sanatları; İran edebiyatından bir eser olması... Acaba ne anlatılıyordu ve nasıl aktarılıyordu kitapta?
Ben genelin aksine kitabı okumadan önce değil, okuduktan sonra yorumlara bakıyorum. Bu sebeple kitaba olan merakım artınca “Kör Baykuş”la 4. baskısıyla buluştum. 


Sadık Hidayet, 17 Şubat 1903’te Tahran’da doğdu. Soylu bir ailenin çocuğuydu. Ortaöğrenimini Tahran’da tamamladıktan sonra mühendislik okumak için Belçika’ya gitti. Ancak edebiyata ilgi duyduğundan, 1927’de öğrenimini yarıda bırakarak Paris’e gitti. Orada Fransız dil ve edebiyatını yakından inceleme fırsatı bulan Hidayet, ilk öykülerini Paris’te yazdı. 1930’da Tahran’a döndü. 1936’da Hindistan’a giderek Sâsâni Pehlevisi ve Sanskritçe öğrendi. Budizmi inceledi ve Buda’nın bazı yazılarını Farsça’ya çevirdi. İran’a döndükten sonra bir süre devlet memurluğu ve tercümanlık yaptıysa da bu işlerde uzun süre çalışamadı. 1950’de tekrar Paris’e giden ve zaman zaman bunalımlar geçiren Hidayet, 9 Nisan 1951 günü, yine böyle bir bunalım sonrası, kaldığı dairede havagazı ile intihar etti. (Düzyazılar 1)”

                                               * * * * *
Kitap Sadık Hidayet’in hayat hikayesi, yaşadığı dönem ve eseri hakkında aydınlatıcı olabilecek bilgilerle başlıyor.

Türkçede Çağdaş İran Edebiyatı ve Doğumunun 75. Yılında Sadık Hidayet / Behçet Necatigil (Milliyet Sanat Dergisi 283, 26 Haziran 1978)

“Türkçeye şimdi bol bol çağdaş eserler çevrildiğine göre, ‘çağdaş’ sıfatının sınırları içinde ve ayrıntılara ancak çok ünlü yazar ve şairlerde, o da kısmen açılacak, ‘yön gösterici’ başvurma kitaplarına ihtiyacımız olduğunu söylüyorum.”

                                               * * * * *

“Hidayet, Hindistan’a gitmiş, eski İran tarihinin metinlerini aslından okuyabilmek için Bombay’da Pehlevice öğrenmiş (1936 – 1937). Kör Baykuş (1936) romanının ilk yayını da Hindistan’da yapılmış. İran’da satışı yasaklanmış bu romanın.
İkinci Dünya Savaşı’nda Müttefik birliklerinin 1941 Eylülünde İran’a girişi, yeni siyasal ve sosyal değişmeler ümidini uyandırmış Hidayet’te ama uzun sürmemiş bu.”

                                               * * * * *

“Tek romanı (veya noveli) Kör Baykuş’un (Bûf-i Kûr) ilk yayını 1936 yılındadır. Fransızca, Rusça, İngilizce, Almanca, Macarca ve Çekçe’den (altı dil) sonra, çağdaş İran edebiyatından ilk roman olarak Türkçeye de çevrilmiş bulunan (1977, Varlık Yayınları) Kör Baykuş, Hidayet için, hayatının bunalımlarını, tekdüze ve karanlık gerçeklerini semboller, alegoriler ve birsamlarla nasıl şiirsel bir plana yükselttiğinin kanıtıdır.”



                                               * * * * *

“Romanı ve hikâyelerinin konularını yoksul halk kesimlerinden alan, gerçekleri sosyal devrimci bir yaklaşımla ve korku yüklü fantastik bir hava içinde değerlendiren Hidayet, bir yandan da yalnız adamın varlık nedenlerini araştırır.”

Kitabı ve yazarını tanıtan yukarıdaki bölümler hem eser hakkında bir fikir edinmemizi sağlıyor hem de okurken bize yol gösterecek ipuçları içeriyor. Anlaşıldığı üzere Sadık Hidayet’in yaşamı, en azından bu eserinde, yazdıklarına aksetmiş.

                                               * * * * *
Kitabın ilk sayfalarında geçimini kalemdanlıkla sağlayan, şehir dışında ıssız bir yerde yaşayan, arada şarap içip afyon kullanan biriyle karşılaşıyoruz.

kalemdan

“Hayat tecrübelerimle şu yargıya vardım ki, başkalarıyla benim aramda korkunç bir uçurum var, anladım, elden geldiğince susmam gerek, elden geldiğince düşüncelerimi kendime saklamalıyım. Ve şimdi yazmaya karar vermişsem, bunun tek nedeni, kendimi gölgeme tanıtmak isteğidir. Duvardan doğru eğilmiş, yazdıklarımı oburca yutmak, yok etmek isteyen gölgeme”

                                               * * * * *

“Ruhumu etkilemesi, insan kavrayışının aciz kaldığı noktalara ulaşması için, bu meleğin, bu esiri genç kızın bir bakışı kâfi gelmişti.
Bilincimi yitirmiştim. Sanki ismini eskiden biliyordum. Gözlerinin parıltısına, rengine, kokusuna, hareketlerine öylesine aşina idim ki, ruhlarımız önceki bir hayatta, cisimsiz, maddesiz bir âlemde karşılaşmış da tek asıldan, tek maddeden oluşmuş, böylece bizim yeniden birleşmemiz adeta kaçınılmaz olmuştu. Ben bu hayatta da onun yanında olmalıydım.”

                                               * * * * *

“Gerçi bakışlarımdaki muhabbeti ve onu görmekten doğan derin hazzı karşılıksız bırakmış, ama bu onun beni görmeyişinden olmuştu. Bense onun gözlerine muhtaçtım, bir bakışı yeterdi; felsefenin bütün müşküllerini, teolojinin bütün muammalarını çözmeye yeterdi. Bir bakışı, diğer rumuz ve sırları alırdı benden, açardı.”

                                               * * * * *

“Kalemdanlar üstündeki tasvirlere benzeyen o hareketsiz, donuk yüz.”

                                               * * * * *

“Birden gözlerinde, onun o sonsuz iri gözlerinde, bir gözyaşı selinde siyah elmaslar gibi yüzen ıslak, ışıl ışıl gözlerinde hayatımın bütün ıstıraplı macerasının kayıp gittiğini gördüm.”

                                               * * * * *

“Eğri büğrü dallarıyla eciş bücüş ağaçlar, karanlıkta kaymak ve yere devrilmek korkusundan el ele tutuşmuş gibiydiler.”

Bilinçaltındaki korkuları ve yüzleşemediği duygularıyla buhranlar içinde biri. Tutunacak bir dal bulmaya çalışırken bile olumsuz düşünceler peşini bırakmıyor. Bunda, kullandığı maddeler ve hastalığının da etkisi var tabii. Tam bir kısır döngü içinde. Hayaller, rüyalar, sanrılar günlük yaşamının bir parçası artık. Dolayısıyla kitapta gerçekle hayal birbirine geçmiş durumda. 
Gayriahlaki ilişkiler, hastalığının evreleri... Yaşadıklarının ruh haline etkileri çarpıcı biçimde aktarılmış. Bu arada kafasını dağıtmak için kullandığı maddeler onu gittikçe bir çıkmaza sokuyor.

                                               * * * * *

“Birbirine ters düşen öyle çok şey gördüm, birbiriyle çelişen öyle çok şey duydum ki! O görmeler yüzünden gözlerim, eşyanın yüzeyinde, ruhu özü örten o ince ve sert kabukta aşındı. Artık hiçbir şeye inanmıyorum, hatta şimdi eşyaların ağırlığından, sabitliğinden, açık seçik gerçeklerden şüphe ediyorum. Avludaki taş havana parmağımla vursam ve sorsam; sabit misin, muhkem misin? – Evet! diye cevap verse bilmem inanır mıyım?”

                                               * * * * *

“Ah, cahil çocukluk günlerimdeki gibi mışıl mışıl uyumak! Dağdağasız rahat uyku!”

                                               * * * * *

“Kayıp düşüncelerim, unutulmuş korkularım, beynimin hangi köşesinde gizlendiklerini bilmediğim hayallerim, karanlıkta canlanıyorlardı.”



                                               * * * * *

“Gözlerim kapanır kapanmaz karşımda sisli bir dünya belirdi. Kendi yarattığım ve düşüncelerime hayallerime uygun bir dünya. Sanki düşünce ve hayallerim için bir engel, bir bağ kalmıyor, o zaman ve mekân baskısı kalkıyordu.”

Kitapta 70. sayfadan itibaren anlatıcının iç hesaplaşmaları artıyor. Bu sayfalarda ölüm düşüncesi ön planda. Hayat mı gerçek, ölüm mü?sorusu etrafında dönen düşünceler okurun da iç dünyasına müdahale ediyor.
Acaba anlatıcımız bu karmaşanın sonunda dinginlik ve huzura kavuşacak mı?

                                               * * * * *

“Tek tesellim, ölümden sonra hiçlik ümidiydi; orada tekrar yaşamak düşüncesi içime korku salıyor, beni hasta ediyordu. Ben ki henüz yaşadığım dünyaya bile alışamamışım, bir başka dünya neyime yarardı benim? Bana göre değildi bu dünya; bir avuç yüzsüz dilenci, bilgiç, kabadayı, vicdansız, açgözlü içindi; onlar için kurulmuştu bu dünya.”

                                               * * * * *

“Yalnız ölüm yalan söylemez!
Ölümün varlığı bütün vehim ve hayalleri yok eder. Bizler ölümün çocuklarıyız, hayatın aldatmacalarından bizi o kurtarır.”

                                               * * * * *
“Ve ölümün sürekli tehdidi; ölüm ki geçer gider, bütün düşünceleri paramparça eder, en ufak bir dönüş ümidi bile bırakmaz geride!
Hayat, soğuk kayıtsız, herkesin maskelerini çeker alır zamanla; maskeleri de hani çoktur herkesin. Fakat bazıları hep aynı maskeyi kullanırlar, ister istemez kirlenir, yıpranır bu maske. Tutumlu kimselerdir bunlar.”
                                               * * * * *
(Kitabın son bölümünde Bozorg Alevinin Sadık Hidayet hakkındaki düşüncelerine yer verilmiş. Bu başlı başına ayrı bir yazı konusu bence. Bu sebeple Kör Baykuş’un ilk baskısında da yer alan yazıyı okumak istiyorsanız: Sadık Hidayet'in Biyografyası)

Kitap Hakkında Kim Ne Demiş?
(İşaretli yerlere tıklayarak yazıların tamamını okuyabilirsiniz)

Kitabı büyük bir keyifle okudum. Arap ve Fars edebiyatının o büyülü, mistik, farklı okumalara açık tarzı beni hep cezbetmiştir. “Kör Baykuş” da bu anlamda başarılı çalışmalardan biri. Anlatıcının ruh hali, nefsiyle hesaplaşmaları, iç çatışmaları, Sadık Hidayet’in yaşamıyla çakışma noktaları eseri etkileyici hale getiriyor. 
Kitabı okumadan önce ilk bölümde Sadık Hidayet hakkındaki bilgiler ve baykuşlar hakkında yaptığım ufak bir araştırma yolumu epey aydınlattı. 
Beğenmeyen Okumasın”da Hidayet’in yaşamında yola çıkılarak kitap hakkında genel bir değerlendirme yapılmış.
“Çerçi Sanat”ta Hülya Soyşekerci Kör Baykuş’un Gözü” adlı yazısında kitabı farklı bir açıdan ele almış. Kalemdanlık, ressamlık ve bunlara bağlı olarak yapılan betimlemeler.
Bir kitap her insanı aynı şekilde etkilemez tabii ki. Hatta yaptığımız okumalar bile kitabı okuduğumuz dönemden, ruh halimizden etkilenir. Kitap ve Yorum”da Metin Yılmaz kitabın kendisine hitap etmediğinden ve bunun sebeplerinden söz etmiş.
Ayrıntı Yayınları tarafından da Mehmet Kanar çevirisiyle yayımlanan kitaba göz atmak isterseniz Kör Baykuş

                                        ▬    ▬      ▬
İlginizi çekebilir:

Bu Haftaki Tercihleriniz

BİR ÖMÜR BÖYLE GEÇTİ (Faruk Nafiz ÇAMLIBEL)

kitap performans ödevi

GÖR BENİ (Azra KOHEN)

ADSIZ ÜLKE (Alain-FOURNİER)

ELA GÖZLÜ PARS CELİLE (Osman BALCIGİL)