EGE SEVGİSİ (Yaşar AKSOY)
Yaşar Aksoy, 1947 İzmir doğumlu. “Ege Sevgisi” ile tanınan gazeteci
- yazar. Elimdeki kitabın basım yılı 1996. Geçtiğimiz günlerde “Aaa,
okumamışım!” diyerek elime aldığım, tabir-i caizse “hazine sandığı”mdan bulup
çıkardığım bir kitap. Eskilerden
kalan ama eskimeyen kitapları okumak da güzel.
Yaşar Aksoy aslında bir mühendis. Ancak doğduğu yöreye olan sevgisi,
aşkı onu bambaşka mecralara sürüklemiş. Tam anlamıyla bir Ege aşığı olan
yazarımızın bölge hakkında sayısız inceleme yazısı ve pek çok kitabı var. “Ege
Sevgisi” adlı kitabı da farklı tarihlerde gazetede yayımlanan yazılarından
oluşan bir derleme.
“Elinizdeki
kitap geniş kültürlü, temiz yürekli, yurtsever bir Atatürkçü aydının kaleminden
çıkmış alıntılar demetidir.
Daha kapsamlı bir deyişle
bu eserde tarih, mitoloji, sanat, turizm, arkeoloji, çevre, kent, yurt, barış,
hoşgörü, insan hakları gibi konular üzerine cana yakın olduğu ölçüde, akılcı
dünya görüşü ile dile getirilmiş görüşleri ve açıklamaları bulacak, onları
beğeni ve sevgi ile okuyacaksınız. (ÖNSÖZ – Ord. Prof. Dr. Ekrem AKURGAL /
15.5.1996)”
*
* * * *
“Yazılarını okurken göreceğiniz üzere Yaşar
Aksoy, sahip olduğu özel ve zengin bir arşivle çalışır. Bu demektir ki,
Aksoy’un ileri sürdüğü düşünce ve öneriler yazılı ve fotoğraflı belgelere
dayalıdır. (ÖNSÖZ – Ord. Prof. Dr. Ekrem AKURGAL / 15.5.1996)”
yaşar aksoy |
*
* * * *
Kitabı okurken doğudan batıya kuzeyden güneye memleketimiz hakkında
bilmediğimiz pek çok şey olduğunu fark ettim. Bir tek Ege yöresi hakkında bir kitapta bu
kadar çok şey bulunuyorsa… şairler, yazarlar, türküler, ören yerleri, doğa
harikaları, şenlikler…
Her bölgenin, her yörenin, hatta her şehrin güzellikleri, kültürü,
yaşanmışlıkları bu tür kitaplarla nesilden nesile aktarılmalı.
Bir insanın
belleği, hafızası yok olsa ona dersiniz? Peki ya bir şehrin, bölgenin ya da
ülkenin belleği yok olsa?
Yaşanmışlıklarımız… Belki bir ağaca yaslanıp söylediğiniz bir türkünün
adı, belki güzel yöresel bir yemekten sonra içtiğiniz kahvenin tadı…
“Ege’yi
ölesiye severek Yeni Asır’da yazdım.
Çünkü hem Halikarnas Balıkçısı gibi
romantik hem Ekrem Akurgal gibi
bilime bağlı yazmak istedim, çünkü yurduma borcumu ödemek istedim. (EGE
SEVGİSİ, 18 Mayıs 1996)”
görsel: halil yıldırım |
*
* * * *
“
‘Çökertme’ ise ünlü bir Bodrum türküsüdür ve bir aşk öyküsünü anlatır. (DİLLERE
DESTAN EGE TÜRKÜLERİ - 22 Ocak 1989)”
*
* * * *
“Türkler,
Anadolu’ya gelmeden önce ‘Dede Korkut
Masalları’nı okurlardı. Anadolu’ya geldikleri zaman ise ‘Homeros’un
şiirleri’ni okuyan yerli halk ile kaynaşmışlardır. Böylece Türklük yeni bir
hümanizma içinde, yeni ve ilerici bir kültüre gebe oldu. İşte bu buluşmadan
Yunuslar, Mevlanalar doğdu. Mimar Sinan’ın şaheserlerinde, Müslüman Semerkant
kalfalarının berrak zekâsı ile tek Tanrıya inanan İyonyalı pozitivistlerin
matematiksel buluşları sevgiyle birleşti. Süleymaniye bu köke yaslanarak
göklere uzandı. (ZEUS GERİ DÖNER Mİ? - 20 Nisan 1992)”
*
* * * *
“Dünyada
bir tek Selçuk vardır ki, fotoğraf makinenizin objektifine aynı zamanda üç ayrı
dinden yapıları sokabilirsiniz. Yani, çok Tanrılı dünyanın Artemis Mabedi’ni,
Hıristiyanlığın St. Jean Kilisesi’ni ve Müslüman İsabey Camii’ni aynı fotoğraf
karesi içinde tespit edebilirsiniz.(SELÇUK’UN GÖRKEMİ - 14 Mayıs 1992)”
görsel: rotasız bisiklet |
*
* * * *
“Tarihi
bilmek başka şeydir, tarihi güncel yaşamın içinde kültür dinamiği olarak
kullanmak başka şeydir. (NASIL BİR KENT İSTERİM? - 5 Kasım 1992)”
*
* * * *
“Bir
ekonomik politika, öncelikle insani olmak zorundadır. Yoksa, devlet kurmaya ne
hacet var? Devlet, insanın en üst boyutu, yani insanlar hiyerarşisinin beyni
ise, öncelikle kendi hücrelerini, yani bireyi, insan motifini korumak
zorundadır. (TERMİK SANTRALDA KAŞKARİKO… -
5 Mart 1993)”
*
* * * *
“Peki,
‘Kaşkariko’ nedir? Hani, şu azgelişmiş ülkelerin daima dışa bağımlı tüketim
toplumları olmasını isteyen, ‘Batılı, Beyaz ve Hıristiyan Emperyalizm’ var ya…
İşte, ‘Kaşkariko’ odur. (TERMİK SANTRALDA KAŞKARİKO… - 5 Mart 1993)”
*
* * * *
“Atalarınızı değiştiremezsiniz; fakat
torunlarınızla ilgili bir şeyler yapabilirsiniz… - Çin Atasözü”
*
* * * *
“Ünlü
Fransız şarkıcısı Gilbert Becaud’a, bir Moskova gezisinde sarışın bir Rus genç
kız rehberlik eder. Kızın ismi Nathalie’dir. Birlikte Lenin Mozolesi’ni, Puşkin
kahvesini, Moskova müzelerini, konserleri, karlı parkları, ıssız bulvarları,
muhteşem Kremlin’i gezerler. Bir hafta sonra şarkıcı, Nathalie’ye âşık olur.
Kız da ona… Ama aşklarını itiraf edemezler. Fransa’ya dönen Becaud, ünlü
Nathalie şarkısını besteler. (ŞİRİNCE’DEKİ NATHALIE… - 12 Nisan 1993) ”
*
* * * *
“Arapça
‘yoğurmak’ anlamına gelen, ‘acn’ sözünden türemiş olan macun sözü, yoğrulmuş
veya hamur edilmiş demektir. En eski çağlarda dinsellikle karışık bir tıbbi
önemi olan bu macunları yapanlar, Tanrısal güçlerle şifalı bitki etkilerini
birleştirdiklerini söylerlerdi. Macunu hamur gibi yoğurarak halka ilaç niyetine
verirlerdi. Mesiri icat eden Merkez Efendi de, hem ‘din bilgini’, hem ‘hekim’
idi.
Macunculuk, Orta Asya’dan
Anadolu’ya doğru gelen Türk kavimleri için önemli bir ilgi alanı idi.
Anadolu’daki yaşam, bu ilgi alanından başlıbaşına özellikleri ve gelenekleri
olan bir esnaf kolu doğurdu. (MESİRİN SIRRI – 25 Nisan 1993) ”
*
* * * *
“Dünya
aynı markaların egemen olduğu bir açık pazara doğru keyiflice süzülüyor.
İşte buna
globalleşme diyorlar…
Küremiz,
güya ilk kez ‘küre’ olma şansını yakalayacak…
Böylece çok renkli, cıvık boyalı, eğri büğrü küre yerine, portakal gibi
tek renkli yekpare bir küre ortaya çıkacak… (BUZ REVÜSÜ VE HIDRELLEZ – 6 Mayıs
1993) ”
*
* * * *
“Türkiye’de
iki Foça var: İzmir’in Foça ilçesi ile ona bağlı Yeni Foça…
Yunanistan’da da iki Foça var. Eski Foça anlamına gelen Atina’ya 50 km.
uzaklıktaki Palea Fokea ile Selanik’in 60 km. güneyindeki Yeni Foça anlamındaki
Nea Fokea… (FOÇA’DAN FOÇA’YA DOSTLUK GEZİSİ – 29 Mayıs 1993) ”
*
* * * *
“Eğer kentler
insan ise, bulvarda bir ağacı kesersek, yere tükürürsek, çöpleri kaldırmaz
isek, çarpık kentleşme yapar isek, tarihi çevreye kıyarsak, çayırları ezersek,
çınarları kurutursak, bir insanın gövdesine yapılan saldırılar gibi kentin de
acı çekeceğini, hasta olacağını, gözyaşı dökeceğini, hatta öleceğini
düşünmeliyiz. (KENTİ SEVMEK – 20 Mart 1994) ”