GELİBOLU (Nigel STEEL - Peter HART)
18 Mart,
Çanakkale Zaferi’nin yıl dönümü. Biz bugün bu zafere, karşı cephenin gözünden
bakacağız. Bizim “Çanakkale” diye adlandırdığımız savaş, onlar için “Gelibolu”.
Bizim elde tutmaya çalıştığımız topraklar, onlar için ele geçirilmesi gereken
bir yer. Bizim kahraman askerlerimiz onlar için birer düşman.
Kitabı okumakta uzun süredir tereddüt ediyordum. Ne de olsa bizim için dönüm
noktası olan bir zaman dilimi karşı tarafın gözünden aktarılıyordu ve bizler
onlar için birer düşmandık. Hem de bu toprakları ele geçirmeye çalışan onlar
olduğu halde. Ama bir de şöyle düşündüm; karşı tarafta savaşanlar da birer
insandı; onların da umutları, hayalleri ve geride bıraktıkları aileleri
vardı.
En sonunda
kararsızlığımı yendim ve kitabı okudum. Kitap karşı tarafın gözünden o dönemin tanıklığını yapıyor. Askerlerin tuttuğu günlükler ve
ailelerine yazdıkları mektuplardan alınan bölümler beni çok etkiledi. Kendi
askerlerimizi, bu toprakları bize emanet edip bu diyardan göçenleri, düşündüm. Halkın o günkü durumunu düşündüm. Bir
film gibi, bir oyun gibi, birilerinin kurguladığı bir hikâye gibi… Geldiği bu
topraklarda “düşman”ları öldürmekten keyif alanlar olduğu gibi ne için burada
olduğunun pek de farkında olmadan eline silah alıp savaş kahramanı olmak
isteyen gençler de vardı. Ama ne uğruna? Kilometrelerce öteden neden buralara
sürüklenmişlerdi, rüzgârın atıp buralara savurduğu gençlerin bu topraklarda işleri
neydi? Asıl önemlisi bu rüzgârı harekete geçirenler kimlerdi? Filler tepişirken
hep çimenler mi ezilecekti?
“Stratejik kararlarıyla savaşın kaybedilmesine neden olan politikacılar, generaller ve amirallerden çok Gelibolu seferinin neler içerdiğini asıl bilenler, berbat siperlerde ve savaş gemilerinde bulunan sıradan insanlar ve onların subaylarıydı. Bu kitapta, o acı olayların tarihi, onların mektuplarından, günlüklerinden ve kendileriyle yapılan röportajlardan yararlanılarak anlatılmaktadır. (Ön söz)”
*
* * * *
“Burada
yer alan yazılı malzemenin çoğu bir kitapta yayımlanmak üzere yazılmamıştır. Bu
nedenle çarpışma sahnelerini aktarmak üzere düzenlenmiş metinlerde eksik olan
yalın bir yoğunluk bulunmaktadır. Sözlü kaynaklar ise Gelibolu deneyiminin
günlüklerde veya ailelere gönderilen mektuplarda genelde yazılmamış yanlarını
içermekte ve oradaki durumun dehşetini ilk kez gözler önüne sermektedir. (Ön söz)”
*
* * * *
“Kitap
büyük ölçüde Londra’da Imperial War Museum’un (IWM) arşivine dayanmaktadır.
Doğal olarak bu müzedeki belgeler, Gelibolu’da çarpışan İngiliz askerlerinin
deneyimleri üzerine son derece ayrıntılı bilgileri kapsamaktadır. Anzak’ta
(Arıburnu) zamanla efsaneleşen olaylar, başka kitaplarda da benzer ayrıntılarla
ele alınmıştı. Bu kitap ise Anzaklar’ın çabalarını asla küçümsemeden, İngiliz
kuvvetlerinin de üstün yanlarını öne çıkararak bu dengesizliği düzeltmeyi
ummaktadır. Anzaklar’ın ağır kayıplar vermelerine ve büyük sıkıntılar
çekmelerine karşılık, sıradan İngiliz askerleri Londra’daki komutanlığın
yanlışlarından ötürü çok daha fazla bedel ödemişlerdir.(Ön söz)”
Imperial War Museum, London |
*
* * * *
“Bugün
Türkiye olarak bilinen ülke, 1914’te İstanbul’dan Basra’ya ve Mısır
sınırlarından Rusya ve İran sınırlarına kadar uzanan çok daha büyük Osmanlı
İmparatorluğu’nun Anadolu bölgesiydi. Osmanlı İmparatorluğu’nun uyruğunda – ve
dolayısıyla askerleri arasında da – Türkler, Araplar, Rumlar, Ermeniler,
Kürtler ve daha birçok küçük grup bulunuyordu. Osmanlı İmparatorluğu’nun
başkenti de, kentin 1453’te fethedilmesinden sonra Osmanlılarca İstanbul olarak
anılmışsa da; kuzey Avrupa’nın Hıristiyan devletlerinde Birinci Dünya Savaşı
sonrasına kadar Konstantinopolis olarak anılmıştır. Bu kitapta Türkiye, Türkler
ve İstanbul sözcükleri kullanılmıştır. (Ön söz)”
*
* * * *
“Ruslar
Türkler’in Avrupa’daki topraklarını ve özellikle İstanbul’u uzun zamandan beri
istiyorlardı. Ancak Yunanlılar’ın da bu topraklarda gözleri vardı ve Rusya’nın
Yunanistan’ı bu bölgelerin ele geçirilmesi için yardıma çağırması beklenmedik
bir gelişmeydi.”
*
* * * *
“Deniz
eri P. Rooke, 11-12 Mart gecesi, HMS Canopus
zırhlısından mayın temizleme teknelerine eşlik etmek üzere gönderilen devriye
botundakilerden biriydi.
*
* * * *
“Ordudaki
çağdaşlarının çoğunun aksine Hamilton zarif ve kültürlü sosyal kişiliğiyle ün
salmıştı. Edebiyat ve sanat dünyasından birçok tanıdığı vardı ve hem şiir
yazıyordu hem de bir romanı vardı.”
*
* * * *
“18 Mart
sabahı Boğaz’ın, Geçit’teki tabyaların yaklaşık 7 kilometre yakınına kadar
mayınlardan temizlendiği bildirildi ki, bu da filonun manevra yapacağı alanın
güvenli olması demekti. Ancak ne yazık ki durum hiç de öyle değildi. Türk
mayın gemisi Nusret on gün önce, 8 Mart’ta, İngiliz
zırhlılarının bölgedeki hareketliliğinin görülmesi üzerine Erenköy Koyu
kıyılarına paralel olarak yirmi mayınlık bir hat döşemişti. Bu bir tek mayın
hattı bile Müttefikler’in planlarını altüst edecekti.”
*
* * * *
“18
Mart’ın gerçeği, Müttefik donanması için yenilgiydi. Savaşa katılan on sekiz
büyük gemiden üçü batırılmış, üçü uzun bir süre için safdışı bırakılmıştı. Ama
hemen hemen hiçbir şey elde edilememişti. Tabyalar ağır hasarlar almışlarsa da,
batma tehlikelerinin olmayışı gibi bir üstünlüğe sahiptiler. Onarım
yapılabilirdi ve yapılacaktı, ancak Bouvet,
Irresistible ve Ocean battıkları yerlerden
çıkarılamazlardı. Bouvet’nin batışı,
bu eski dretnot öncesi gemilerin mürettebatlarını kurtarma fırsatı olmadan
hızla batabilecekleri gerçeğini bir kere daha vurgulamıştı. Filo geri çekilmek
zorunda kalmıştı ve Boğaz’ın gerçek savunucusu olan mayınlı alanlar olduğu gibi
kalmıştı. Savaşın bu en yoğun deniz harekâtlarından birinde Kraliyet Donanması
yenilmişti.
*
* * * *
“İngiltere’de
olduğu gibi Avustralya ve Yeni Zelanda’da da savaşın başlangıcı pek çok genç
tarafından milli gururla karışık bir hevesle karşılanmıştı. Her iki ülkede de
yeni bir milliyet bilinci vardı ve savaş kendilerine ilk kez kendi
kimlikleriyle uluslar arası olaylarda aktif bir rol oynama fırsatı tanıyordu.
Savaşta yer almak için yaygın bir kişisel istek vardı ve ordudaki yerleri ele
geçirmek için yoğun bir rekabet başlamıştı.”
*
* * * *
Liman von Sanders |
*
* * * *
“1.
Avusturalya Tümeni’nin asıl bölümünü taşıyan nakliye gemileri Limni’nin kuzey
kıyılarından karanlıktan sonra ayrılıp destek gücünün arkasındaki yerlerini
almışlardı. Ele geçirilmiş olup nakliye gemisi olarak kullanılan Alman gemisi Derfflinger’de komutanları 3. Tabur’a
bir konuşma yaptı. Er Henry Blaskett’e göre komutanlarının konuşması hiç de
cesaret verici değildi: ‘Albay bize savaşa girmek üzere olduğumuzu ve
görevimizin önümüzde bulunan ve ilk olarak karaya çıkacak 3 Taburu desteklemek
olduğunu söyledi. ‘Tanrı sizden razı olsun, çocuklar. Yarın gece bu saatte
çoğunuz ölmüş olacaksınız’ dedi ki, bu da hiç hoşumuza gitmedi.’”
*
* * * *
“MustafaKemal Bey komutasındaki 19. Tümen de Eceabat yakınlarında üslenmişti. Mustafa
Kemal şaşırtıcı bir insandı. Selanik’te doğmuş profesyonel bir askerdi ve
önceleri Jöntürkler’in ilk üyelerinden olmasına karşın daha sonra onlardan
uzaklaşmış ve Bulgaristan’daki Türk Askeri Ataşeliğinden ancak 1915 Şubat’ında
kurtulmuştu. Gelibolu’da önce 19. Tümen’in ve sonra getirildiği diğer daha
büyük birliklerdeki komutanlığı kendisini milli bir lider konumuna itmiş ve
ününü sağlamıştır. savaştan sonra modern Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran devrimin
önderliğini yapmış ve Atatürk adını almıştır.”
*
* * * *
“Gelibolu’da
Türkler anayurtlarını ‘kâfir’ istilacıya karşı savunuyorlardı ve bu onların
kararlılıklarında kendilerine bir üstünlük sağlıyordu.”
*
* * * *
“İngiliz
mevzileri boyunca bu kötü koşullar yaralıların ıstıraplarını artırmaktaydı. 87.
Sahra Sıhhiye Birliği’nden sedyeci Er Cecil Tomkinson şunları anlatmaktadır:
*
* * * *
“Hamilton
29 Nisan’da Birdwood’u ziyaret ettiğinde Avustralyalılar’ın ilk çıktıkları ve
ondan sonra askerler ve malzeme için ana giriş noktası olan yere ne ad
verileceğini görüşmüşlerdi. İkisi de burasının Mısır’daki kolordu için ilk kez
uygulanan kısaltma ile anılmasına karar verdiler ve bu ad ondan sonra günümüze
kadar devam etmiştir. Hamilton birkaç gün sonra kumsalın resmen Anzak Koyu olarak
adlandırıldığını açıkladı. Artık, hem Avustralya hem de Yeni Zelanda savaşa ilk
damgalarını vurmuşlardı.”
*
* * * *
“Hamilton
ile Liman von Sanders arasında 20 Mayıs’ta yapılan resmi görüşmelerde ateşkesin
dokuz saat sürmesi ve bu süre içinde sadece cesetlerin toplanıp gömülmesi
konusunda anlaşmaya varılmıştı. Düşmanlar sonunda birbirlerini
görebileceklerdi.
*
* * * *
“İlk
güzellik ile savaşın giderek bunu bozması arasındaki çelişki de çok belirgindi.
Çıkarmadan bu yana yüzbaşılığa yükselen Douglas Talbot İngiltere’de bir
arkadaşına şöyle yazıyordu:
*
* * * *
“21
Haziran, 28 Haziran ve 12 Temmuz harekâtları Müttefikler’e 12.300 kayba mal
olmuştu ki, bunların 7700’ü İngiliz’di. Bunların yaşamları karşılığında
Seddülbahir’in genel durumu biraz iyileştirilmişti ve bu insanların arkadaşları
Türkler’e çok büyük kayıplar verdirtmişlerdi. Ama buna değer miydi? ‘Hepimiz
okulda birlikte okuduk, birlikte çıraklığa başladık, ilişkiler kurduk… Ve bir
anda sıra sıra ölmüşlerdi ve hiçbiri on yedisinden fazla değildi.’”
*
* * * *
“Ağustos
taarruzu Hamilton ile generallerinden çoğunun meslek yaşamlarının sonu oldu ve
her iki tarafın da binlerce kayıp vermesiyle sonuçlandı. 1914’ün altın yazında,
hevesle gönüllü olan çok sayıda insanın hayali paramparça olmuştu.
* * * * *
* * * * *
*
* * * *
“Askerler
arasındaki bu hastalıkların genel etkisi yeni gelenleri dehşete düşüren
ürkütücü bir görüntü oluşturmaktaydı:
*
* * * *
“Gelibolu’ya
yeni gelenlerden çoğu ilk kez ateş altına giriyorlardı ve kahramanca hayalleri
varsa da, çoğu sadece korkularını bastırmak istiyorlardı:
*
* * * *
“Türkler
İngilizler’in çektikleri bütün sıkıntılardan doğrudan doğruya veya dolaylı
olarak sorumluysalar da, İngiliz askerlerinin çoğu için nefret edilen kişiler
değillerdi ve İngiliz askerleri onlara Türk Conisi adını vermişlerdi.
*
* * * *
▬ ▬ ▬