TANIOS KAYASI (Amin MAALOUF)

“Mehmet Ali Paşa'lı yılların Mısır'ı. Güzelliğini çarmıh gibi taşıyan bir kadın: Lamia. Lamia'nın gölgesine sığındığı bir şeyh: Francis. Yasak aşk meyvesi bir oğul: Tanios. Başka bir kadın: Esma.Bir serüven ve sadakat romanı...”

Yukarıdaki tanıtım yazısını okuduğumda aklımda bambaşka bir hikâye canlanmıştı; ancak kitabı okuduğumda iş değişti. Keskin hatları bulunan arka kapak yazısının aksine romanı daha naif ve hoş buldum.

Ne Lamia ne Esma...Kitaptaki kahramanımız Tanios. Diğer bütün isimler onun yaşamına etkileriyle yer alıyorlar eserde. Gidilen yerler, anlatılan olaylar hep kahramanı besleyen, onu daha iyi anlamımızı sağlayan öğeler. Sıradan denebilecek bir hikaye, doğu hikayelerinin esrarlı havasına bürünmüş Amin Maalouf sayesinde. 
Kitabı genel olarak beğendim, özellikle de işlenen bir cinayet ve ardından Kıbrıs’a kaçış öyküsü. Bu bölüm, dönemin çalkantılı siyasi yaşamını ve kendini bulmaya çalışan Tanios’un hikâyesini daha net bir şekilde gözler önüne seriyor. Günlük yaşamın, geleneklerin hatta dönemin karışıklıklarının bir insanın hayatına etkileri anlatılıyor kitapta.
1993 yılında yazılan “Tanios Kayası” ödüllü bir kitap. Fransa’da Goncourt Edebiyat Ödülü’nü almış. 
Keyifle okuyabileceğiniz hüzünlü bir yaşamöyküsü.

“Bildiğim kadarıyla Tanios, Antuan adının yerel ağızdaki pek çok değişik biçiminden biriydi. Tıpkı Antun gibi, Antonios, Mtanios, Tanos ya da Tan-nus gibi…”

                                               * * * * *

“Bu dünyada asla en iyi şeyin olması beklenmese de, en kötüden kurtulma ümidi her gün besleniyordu.”

                                               * * * * *

“Yüzyıllardır keyfi bir zorbalık hüküm sürüyordu ve bir zamanlar adil bir çağ olmuşsa da hatırlayan kalmamıştı.”

                                               * * * * *

“Doğrusu, hayatlarını iç içe geçiren olay bir niyete boyun eğiyorsa, bu ancak takdiri ilahi olabilirdi.”

                                               * * * * *

“1821 yılında, haziran ayının sonlarına doğru şato kâhyası Gerios’un eşi Lamia bir erkek çocuk doğurdu. Çocuğa önce Abbas sonra da Tanios adı verildi.”

              * * * * *

“Bu sahne kısa bir an sürmüştü ama o an çocuk için, yakınları için, bütün köy için her şey aniden alt üst olmuştu. Dağlılar Tarihçesi’nin yazarı şöyle der: ‘O gün hepsinin alınyazısı yazıldı ve mühürlendi; tıpkı bir parşömen gibi, geriye bu dürülü yazgının açılması kalmıştı.


                           * * * * *

“Kimse dinlemek istemezken öğüt vermek neye yarar?”

                                               * * * * *

“Senin tek emelin, babanın şeyhin elini öpmesi gibi, her sabah şeyhin oğlunun elini öpmek olamaz. Kendin için yaşamak istiyorsan, okumalı ve zenginleşmelisin. Önce tahsil, sonra para. Tersi değil! Çünkü paran olduğunda tahsil görmeye ne sabrın olur ne de yaşın müsaade eder.”

                                               * * * * *

“Ama kendini dinletmeyi daha çok severdi ve dinleyenlerin niteliği onun için önem taşımazdı.”

                                               * * * * *

Efendimiz konusunda elinden geleni yapmış olabilirsin. Ama oğluna karşı görevinin gereklerini yerine getiriyor musun?”

                                               * * * * *

“Ama o sabah hava açıktı. Tek bir bulut bile yoktu. ‘Kutup Ayısı Güneşi’ – bol ışık, az ısı.”



                                               * * * * *

“Esma’yı Tanios’a istemeye giden saygıdeğer patrik hazretleri, Esma’yı tüm sevimliliği, cazibesi ve servetiyle görünce fikir değiştirmiş, kızı… kendi yeğenine isteyivermişti.”

                                               * * * * *

“Lamia, şatonun kendi bulundukları kanadından merkezi bölümüne giden koridordan geçerken tuhaf bir hayal gördü. Dar geçidin öteki ucunda Gerios’un siluetini fark etmiş gibiydi; elinde bir tüfek koşuyordu. Adımlarını hızlandırdı, ama onu tekrar göremedi. Alacakaranlık içinde onu tanımış olduğundan da tamamen emin değildi. Bir yandan, kendi kendine, o olduğunu düşünüyordu. Hangi işaretten, hangi davranıştan onu tanıdığını söyleyemezdi, ama sonuçta yaklaşık yirmi yıldır onunla yaşıyorken nasıl yanılabilirdi ki?”

                                               * * * * *

“Ancak son anda fark edebildi kâhyayı. En son anda, artık hiçbir şeyi durduramayacağı sırada…”

                                               * * * * *

“Bütün adamlarını vadiye, Gerios ile Tanios’un büyük olasılıkla gittikleri yola göndermek varken her yeri aramak niyeydi? Her yeri aratmak bahanesiyle şeyh hiçbir yeri aratmamış oluyordu, çünkü suçlulara kaçacak zaman bırakmak istiyordu.”

                                               * * * * *

“Bayan Stolton ile benim için bir anlamda evlat olmuş bir çocuğun, yolunu yitirmiş bir babaya evlat sevgisi göstermekten başka suçu olmadığı halde, bir ipin ucunda sallandığını görmek istemiyordum. Dolayısıyla Kıbrıs’tan geçmeye karar verdim. Tek amacım, baba ile oğlun yazgısını birbirinden ayırmaktı. Tanrı’nın bilgece inayeti ile bunun o sırada gerçekleşmekte olduğunu, benim gibi gülünç bir aracıya gerek kalmadığını o sırada bilmiyordum.”

                                               * * * * *

“Bu adamda iğrenç bir yön elbette vardı ama dokunaklı bir yan da vardı. kumar ya da cimrilik başkaları için neyse onun için de ihtiras oydu; yani kendisine de acı veren ama vazgeçemediği bir kusur.”

                                               * * * * *

“Ayrıca köyden her geçişinde, onu gördüklerine sevinirler ve alkışlarlar ümidiyle para dağıtmayı alışkanlık haline getirmişti. Nafile! İnsanlar parayı almak için yere eğiliyor, sonra da arkalarını dönüp gidiyorlardı.”

                                               * * * * *

“Önce Limasol’da buluştular. Bir İngiliz tüccarın konutu olan deniz kıyısındaki geniş bir malikânede. Dışarıdan bakıldığında, tam bir dinginlik vahası! Ama içerisi, bir kervansaray kadar gürültülü patırtılı. Denizciler, köşeli şapkalı subaylar, silahlar, çizmeler, içkiler… Tanios, okuduğu bazı İngiliz piyeslerini hatırlayarak kendini bir an bir tiyatro kulisine, provaların ortasında yanlışlıkla girivermiş sandı.”

                                               * * * * *

“Emir, sesini yükselterek devam etti: ‘Dağ, çevresinde barış hüküm sürerken düzeni ve refahı tanıdı. Ama büyükler büyüklerle savaşırken kararımız bize ait olamaz. Bu durumda biz birinin tutkusuna gem vurmaya, diğerini zarar vermekten caydırmaya çalışırız…

                                               * * * * *

“Sonuçta şu şenliğin kahramanı oydu. Ama onun ruhuna bakılacak olursa, kahraman değil, kurbandı.”
                                          ▬    ▬      ▬

Bu Haftaki Tercihleriniz

BİR ÖMÜR BÖYLE GEÇTİ (Faruk Nafiz ÇAMLIBEL)

KAPLUMBAĞA TERBİYECİSİ (Emre CANER)

YEŞİL MÜREKKEP (Osman BALCIGİL)

SANATIN GEREKLİLİĞİ (Ernst FISCHER)

DEDE KORKUT HİKAYELERİ