GENÇLİK GÜZEL ŞEY (Hermann HESSE)

1946 yılında Nobel Ödülü alan yazar Hermann Hesse’nin öykü kitabı: “Gençlik Güzel Şey”. İlk gençlik yıllarının aşk ve heyecanlarının samimi bir üslupla anlatıldığı hikayeler yeni okuyucularını bekliyor. Keyifli okumalar...

“Bir yıl önce, o son tatilim sıralarında hemen hemen bir çocuktum daha. O zaman en hoşlandığım eğlenceler: hedefe sapanla fındık atmalar, uçurtma uçurmalar, tarlalardaki sıçan yuvalarını barutla uçurmalar sanki ruhumun bir kısmı yorulmuş da bir zamanlar sevdiği, zevk duyduğu seslere cevap vermiyormuş gibi, o eski çekicilik ve parlaklıklarını artık kaybetmişlerdi.”

                                              * * * * *

“Derin bir özlem duyarak, zaman zaman, güzel bir kız sevmek hayalleri kurmuştum kurmasına. İşte şimdi hoş, sarışın, boyu benden biraz uzunca bir kız karşıma çıkıyor, benim tarafımdan öpülüp okşanmak, kollarımda dinlenmek istiyordu. Boylu poslu, güçlü kuvvetli idi; beyaz, pembe ve hoştu yüzü; ak- pak ensesinde gölgeli saç büklümleri oynaşıyordu; bekleyiş ve aşkla doluydu bakışları. Ama ben onu hiç düşünmemiş, ona hiç âşık olmamış, ince hülyalar kurarak onun peşini kollamamış, ürpertiler içinde adını yastıklara hiç fısıldamamıştım ki! İstersem onu okşayabilir, kendimin edebilirdim; ama ona hayranlık duyamaz, önünde diz çökerek ona tapınamazdım.”

                                             * * * * *

“Bertha varsın güzel olsun, sevsindi beni; mutluluğu bir genç kızın ellerinden böyle hazır, böyle emeksiz bir hediye gibi almak yakışmazdı bana.”

                                             * * * * *

“Hayatımda bu zevki bir daha tadar da gönlümde o yazdaki ferahlığı yeniden duyarsam ne mutlu bana! Ama bu bana bir daha nasip olmaz herhalde; kötü zamanlarla karşılaşırsam geçmişteki o güzel yılları hatırlamak, ilerde yeni mutlu dönemler ummak gibi şüpheli bir ümitten daha çok teselli verici olur belki de.”

                                             * * * * *

“Orada, Helena ile Anna’yı bir arada görmek, aynı zamanda ikisiyle de konuşmak, tuhafıma gitmişti. Yine güzelliği üstünde Helen Kurz ile ben yalnız yüzeyde şeyleri görüşebiliyor, ama bunun pek efendice yapıyor; sonra Anna ile de hiç heyecanlanmadan, kendimi zorlamadan en ilginç konuları konuşabiliyordum. Ona karşı minnettarlık duyuyor, onunla konuştukça dinlenip kendimi emin hissediyor, ama gözlerimi hep ondan doğru, daha güzel olanına çeviriyor, güzeline baktıkça bir mutluluk duyuyor, bakmaya doyamıyordum.”

                                              * * * * *

“Ötekiler neşeli ve konuşkandılar; bense yeniden gizli, konuşmak, kaynaşmak ihtiyacını duyduğum halde ağzımı açmıyor, onlara katılmıyordum. Gençlerde olur ya; acımı, karşı koyan bir inat ve susmakla örülü bir korunma duvarıyla çevirmiştim.”

                                              * * * * *

“Hayatta inançsız yaşanamayacağını zamanla sen de anlayacaksın; çünkü bilgi hiçbir şeye yaramaz. Her gün görüyoruz; çok iyi tanıdığımızı sandığımız birisi öyle bir şey yapıyor ki, bu yaptığının bilgiyle, iyi bilmekle ilgisinin olmadığını gösteriyor bize.”

                                              * * * * *

“Annem çamaşırımdı, elbiselerimdi, giyecek neyim varsa bir daha teker teker gözden geçiriyor; eksik sökük dikiyordu. Eşyalarımı topladığım gün bana iki çift gri yün çorap hediye etti; kendi eliyle ördüğü bu iyi çorapların, onun bana son armağanı olduğunu ikimiz de bilmiyorduk.”

                                              * * * * *

“Yaşamımızda iyi diye nitelediğimiz ve anlatımlarında güçlük çekmediğimiz davranışlarımızın hemen hepsi «kolay» eylemler içine girer ve bizim tarafımızdan yine kolay unutulur. Ama kendilerinden söz açmaya zahmet çektiğimiz öbür eylemlerimizi asla unutamayız, adeta her şeyden çok bizimdir bunlar ve yaşamımızı oluşturan günler üzerine boylu boyunca düşer gölgeleri.”

                                              * * * * *

“On yaşındaydım; bir gün eve döndüm okuldan. Yazgı denen şeyin tüm köşe bucaklarda pusuya yattığı, her an bir şey olmasının beklendiği günlerden biriydi. Öyle günler ki, ruhumuzdaki bir dağınıklık, bir düzensizlik çevremize yansıyarak çarpıklık içinde gösterir onu; bir tedirginlik ve korku sıkar yüreğimizi ve bizler bunun sözde nedenlerini kendi dışımızda arar, dünyayı gereken düzenden yoksun bulur, nereye yönelsek bizi engelleyen güçlerle karşılaşırız.”

                                              * * * * *

“İçime öyle doğuyordu ki, bugünkü gün tekin değildi pek; bugün yüzde yüz bir şey olacaktı. Nasıl bir barometre hava basıncındaki değişikliği sezerse, ben de seziyordum bunu, kurtuluş umudundan yoksun bir uyuşukluk içinde seziyordum.”

                   * * * * *

“Tek başıma ilerlerken aklıma geldi, bugüne kadar gerçekte bütün yolları böyle yalnız yürümüştüm; gezintilere tek başıma çıktığım gibi, yaşamımın bütün adımlarını tek başıma atmıştım. Dostlar, akrabalar, kendileriyle iyi konuşup görüştüğüm tanışlar, sevgililer hep benimle beraber olmuş, ama asla beni bütünüyle sarıp sarmalayamamış, hiçbir zaman içimdeki boşluğu dolduramamış, izlediğim yollardan ayırarak başka yollara çekip alamamışlardı beni. Kim bilir belki de herkesin izleyeceği yol, fırlatılıp atılmış bir ok tarafından çizilmişti önceden; ister alınyazısı denen şeye kafa tutsun, ister yaltaklansın ona, herkes çoktan belirlenmiş bir çizgi üzerinde sürüklenmekteydi belki. Ama hiç değilse yazgının içimizde saklı yattığına, dışarıda aranmaması gerektiğine kuşku yoktu.”

                                              * * * * *

“Başka yolu yoktu bunun; değişen ve yüzünde maske taşıyan kişi, alıcı bir gözle baktı mı, doğallık içinde gelişip büyüyen nesnelerin özellikleri karşısında çaresiz irkilecektir.”
                                         ▬     ▬    ▬

Bu Haftaki Tercihleriniz

KAPLUMBAĞA TERBİYECİSİ (Emre CANER)

GÖR BENİ (Azra KOHEN)

BİR ÖMÜR BÖYLE GEÇTİ (Faruk Nafiz ÇAMLIBEL)

BANDO TAKIMI (Muzaffer İZGÜ)

ŞEMS-İ TEBRİZİ'NİN ÖĞRETİLERİ