DÖRTLÜKLER
Rubai: “Dörtlük” anlamına gelen, en tanınmışlarını Ömer Hayyam yazdığı için onunla
özdeşleşen bir nazım biçimi.
Ömer Hayyam: Kimilerine göre keyif
adamı, kimilerine göre ermiş bir din
adamı.
Sabahattin Eyüboğlu: Hem
kitabın çevirisini yapan hem de çeşitli baskılara yazdığı önsözlerle bize
Hayyam ve dörtlükleri hakkında bilgi veren akademisyen ve mütercim.
Okur: Dörtlükleri okuyup gönlüne katan kişi.
“Kimmiş bu
Hayyam? Abdülbaki Gölpınarlı’nın araştırmalarından, Hayyam’ın 1121-1122
yıllarında ölmüş, zamanında dörtlükleri, yıldızlar bilgisi, bir terazi buluşu,
dünyasına küsmüşlüğü, ermişliği, herkesten başka türlülüğüyle tanınmış,
masallaşmış bir bilge olduğunu ve kendi eliyle yazılmış hiçbir yazısı
bulunmadığını ve dörtlüklerinin ölümünden sonra şurda burada birer ikişer
yazılıp toplu halde ancak on beşinci yüzyıldan kalma kitaplarda görüldüğünü
öğreniyoruz.”
*
* * * *
“A.Gölpınarlı’nın yayımladığı rubailer en eski ve en
inanılır kaynaklardan alınmadır. Bununla beraber bunlardan hangileri Hayyam’ın,
hangileri Hayyamca başkalarınındır, kesin olarak söylenemez. Ne var ki Hayyam,
o kadar herkesten başka, o kadar kendi olmuş ki onun adına ancak onun
söyleyebileceği sözler söylenmiş. Bu arada birçok şairler kendilerinin
söylemekten çekindikleri yahut kendi adlarıyla inandırıcı olmaz sandıkları
şeyleri Hayyam’a söyletmiş, Hayyam’ın ağzıyla kendi içlerini dökmüş
olabilirler.”
*
* * * *
Her
sabah yeni bir gün doğarken,
Bir gün de eksilir ömürden;
Her şafak bir hırsız gibidir
Elinde bir fenerle gelen.
* * * * *
Bilgenin
yüreğinde her dilek,
Anka kuşu gibi gizli gerek.
Damla nasıl inci olur denizde:
Sedefler içinde
gizlenerek.
* * * * *
Varlığın
sırları saklı senden, benden;
Bir düğüm ki
ne sen çözebilirsin, ne ben.
Bizimki perde
arkasında dedikodu:
Bir indi mi perde, ne sen kalırsın, ne ben.
* * * * *
Ne bilginler geldi, neler buldular!
Mumlar gibi dünyaya ışık saldılar.
Hangisi yarıp geçti bu karanlığı?Birer masal söyleyip uyuyakaldılar.
* * * * *
Biz gerçekten bir kukla sahnesindeyiz:Kuklacı felek usta, kuklalar da biz.
Oyuna çıkıyoruz birer, ikişer;
Bitti mi oyun, sandıktayız hepimiz.
* * * * *
Ey kör!
Bu yer, bu gök, bu yıldızlar boştur boş!
Bırak onu bunu da gönlünü
hoş tut hoş!
Şu durmadan kurulup dağılan evrende
Bir nefestir alacağın, o da boştur boş!
* * * * *
Nerde
yüreği tertemiz uyanık insan?
Nerde güzel düşünceler ardında koşan?
Herkes kendi kafasının kulu kölesi:
Hani Tanrı’nın kulu,
nerde o kahraman?
* * * * *
Niceleri
geldi, neler istediler;
Sonunda dünyayı bırakıp gittiler;
Sen hiç
gitmeyecek gibisin, değil mi?
O gidenler de hep senin gibiydiler.
* * * * *
Ey doğru
yolun yolcusu, çaresiz kalma;
Çıkma kendinden
dışarı, serseri olma;
Kendi içine sefer et
erenler gibi:
Sen görenlerdensin, dünya seyrine dalma.
* * * * *
Bahtımın
kökü yeşerip dal budak da verse
Eğretidir bu ömür
diye giydiğin elbise;
Mıhları gevşek bir gölgeliktir beden çadırı,
Pek dayanma sakın ne kadar sağlam görünse.
* * * * *
Yaşamak
elindeyken bugüne bugün,
Ne diye bırakır, yarını düşünürsün?
Geçmiş,
gelecek, kuru sevda bütün bunlar;
Kadrini bilmeğe bak avucundaki ömrün.
* * * * *
Sevgiyle
yoğrulmamışsa yüreğin
Tekkede,
manastırda eremezsin.
Bir kez gerçekten sevdin mi dünyada
Cennetin, cehennemin üstündesin.
* * * * *
Can o
güzel yüzüne vurgun, neyleyim;
Gönül tatlı diline tutkun, neyleyim;
Can da, gönül
de sır incileriyle dolu:
Ama dile kilit vurmuşsun, neyleyim.
* * * * *
Yalnız bilgili
olmak değil adam olmak;
Vefalı mı değil mi insan, ona bak.
Yücelerin yücesine yükselirsin
Halka verdiğin
sözün eri olarak.
* * * * *
Dünya, yıldıramazsın
beni ne yapsan;
Ölümden de
korkmam, er geç ölür insan.
Ölmemek elimizde değil
ki bizim:
İyi
yaşamamak beni tek korkutan.
* * * * *
Oysa ne
güzel işlerim var yapılacak.
Can kalktı gitmeğe;
aman dur, diyorum:
Ne yapayım, diyor, evin yıkıldı yıkılacak.
* * * * *
Okunu attı
mı ölüm, siperler boşuna;
O şatafatlar, altınlar,
gümüşler boşuna;
Gördük bütün insan
işlerinin iç yüzünü:
Tek güzel şey iyilik, başka düşler boşuna.
* * * * *
Bir
yürek ki yanmaz, yürek denir mi ona?
Sevmek haram,
yüreğinde ateş olmayana.
Bir gününü sevgisiz
geçirdinse, yazık:
En boş geçen günün o gündür, inan bana.
* * * * *
Gören
göze güzel, çirkin hepsi bir;
Âşıklara
cennet, cehennem, hepsi bir;
Ermiş ha çul giymiş, ha atlas;
Yün
yastık, taş yastık, seven başa hepsi bir.
* * * * *
Kimileri
laf dünyasında şişinip durmuş;
Kimi
güzel ardında, köşk ardında koşturmuş;
Perdeler
inince anlar her biri, ey gerçek,
Senden ne uzak, ne uzak yollara başvurmuş.
* * * * *
Bir
kubbe altındaki bin bir belayı gör;
Dostlar
gideli boşalan dünyayı gör;
Tek soluk yitirme kendini bilmeden;
Bırak yarını, dünü, yaşadığın ânı gör.
▬ ▬ ▬