BEYAZ DAĞDAN BAKINCA

Bazı hikâyeler vardır, bizi alır bir yerden bir yere götürür. Başka bir coğrafyaya, başka bir zaman dilimine. Yaşanmışlıklardan yola çıkar bu hikâyeler, samimiyetiyle hemen kavrayıverir ruhumuzu. Sanki oradayızdır biz de. Hikâye kahramanlarının yanında olaylara dâhil oluvermişizdir hemen. Farklı kültürden de olsak ortak noktalarda buluşuveririz. Acı, hüzün, mutluluk… Hepsi de insana aittir. İnsana ve hayata.  


“Beyaz Dağdan Bakınca” adlı kitabı tam da bu hislerle okudum. Daha önce Çerkesler’e ait öyküler okumamıştım. Kitabın elimdeki baskısı Ekim 1997 tarihli. Kitaptaki yazılar ise 70’li yıllara ait. Derleyen Osman Bleda


Kitabın önsüzünde Çerkesler’den ve Çerkesler’in tarihinden söz ediliyor. Bu arada belirtmeden geçemeyeceğim Çerkes halkının tarihinden epey etkilendim. Rüzgarın önüne kattığı, oradan oraya sürüklenen; ama yaşadığı zorluklara rağmen duruşunu bozmayan bir halk.

“Birçok diğer halk gibi, Çerkeslere adlarını kendileri değil, başkaları vermiş. Onlar kendilerine ‘Adiğe’ demeyi tercih ediyor. Tıpkı Ermenilerin kendilerine Hay, ülkelerine de Hayastan, demeleri gibi. Yunanlılar da kendilerine Elen diyorlar, biz onlara Yunan diyoruz. Aslında coğrafi bir hata. Çünkü kök olarak İyonya’dan geliyor. İyonya ise eski Anadolu’nun Ege kıyıları, Batılılar da onlara Grek diyorlar, bir söylentiye göre ‘keçi hırsızı’ demekmiş. Ama onlar kendilerini Elen olarak niteliyorlar. Batılılar Osmanlı İmparatorluğunu Türkiye ve orada yaşayan herkesi Türk olarak adlandırırken, Osmanlı Türk’ü köylü anlamında kullanırdı. Onlara göre ülkelerinin adı Diyar-ı Rum idi, Sultanlar kendilerini bir anlamda eski Roma’nın mirasçısı olarak görürlerdi. Türk adı gibi Kürt adı da ‘dıştan’ verilmiş bir addı. Kürtler de kendilerini Kırmançi, Dimilki, Sorani olarak adlandırırlardı.
Her neyse asıl mevzumuza dönecek olursak, Çerkeslere de kendi adlarını başkaları verdi. Çerkes bir yerde Kafkasyalı anlamına geliyordu. (ÖNSÖZ / Ragıp Zarakolu)”

                                               * * * * *

“Rus edebiyatının Puşkin, Lermentov, Tolstoy gibi kalemleri bu ‘Dağlılara’, onların özgürlük duygusuna, direnişlerine, kültürlerine ve kılık kıyafetlerine hayran kaldı ve bu hayranlıkları birçok yapıtlarında açıkça dile geldi. Rus Çarları bu özgür halka karşı, bir başka savaşkan halkı, Kazakları sürdü. Savaşın temel motifi olarak ise din farklılığı kullanıldı. (ÖNSÖZ / Ragıp Zarakolu)”

                                               * * * * *

“Çerkeslerin güçlü bir folkloru var. Mitolojileri ise Yunan mitolojisine koşut. Unutulmasın ki Kafkasya, kendini insanlara ateş getirme uğruna tanrılara kurban eden Prometheus’un anavatanıdır.
Gerek Rus sömürge İmparatorluğu, gerekse Osmanlı ve sonrası ortam yazılı Çerkes edebiyatının, bunca köklü bir tarihe sahip olmasına karşın, önemli bir atak yapmasını engelledi. (ÖNSÖZ / Ragıp Zarakolu)”

                                               * * * * *

“Ulusal Çerkes edebiyatı, her şeye rağmen 17 Devriminden sonra atak yaptı. ‘Çerkes Öyküleri Antolojisi’ Osman Bleda tarafından, İngilizce olarak yayınlanan Soviet Literature dergileri taranarak hazırlandı. (ÖNSÖZ / Ragıp Zarakolu)”


Kitap, dört yazara ait altı hikâyeden oluşuyor. Kitabın başında yazarlar hakkında bilgi verilmiş. Açıklayıcı olması adına bunları bölerek her yazarın hikâyesinden önce size aktarıyorum.

İlk yazarımızın üç hikâyesi var kitapta. Bunlar, diğerlerine göre daha kısa. 

kirimize jane



“Yaşlıların Bilgisi” masal tarzında, düşündürücü bir hikâye. “Gökyüzünün Yedinci Katı”nda 75 yaşındaki bir adamın hayatında ilk defa uçağa binmesinden söz ediliyor. Rüyaların gerçekleşmesiyle ilgili hoş bir hikâye. “İhtiyar Guçips”te ise emekli olmak istemeyen Guçips, hikâyenin kahramanı.                                     
“Bir yaz Karadeniz kıyısındaki Şapsığ köyünü ziyaret ettim. Yabancısı olduğum bu yerler çok ilgimi çekti. Ve muhteşem meyve bahçelerini, taşkın akan dağ ırmağını hayranlıkla seyrederek gezindim. Jgaibg (İhtiyar Erkekler Tepesi) gibi tuhaf bir adla anılan yüksek bir uçurumun altında epey bir zaman durdum. Ben orada dururken yaşlı bir adığe yanıma geldi. Konuşmaya başladık. Hoşsohbet bir insanmış. Konuşmaları eski atasözleri ve halk masallarıyla parıldıyordu. Merakımı uyandırmıştı. Ve onun kimi renkli ifadelerini not etmeye başladım. (Yaşlıların Bilgisi / Kirimize Jane)

                                               * * * * *

“Aul’umuzun (Kafkas köylerine verilen isim) en yaşlısı Tatlyusten Natho’ya biraz tuhaf bir adammış gözüyle bakılır. İhtiyarlığına rağmen çağa ayak uydurulması, görülecek ne varsa görülmesi, dünyada neler olup bittiğinin bilinmesi gerektiğine inanır ve onun için de her gün radyoyu dinler, düzenli olarak kütüphaneyi ziyaret eder, günün en son gazetelerini okur. Okurken bazen bilmediği bir kelimeyle karşılaştığı olur, ama o bunun ne demek olduğunu sormaya utanan kişilerden değildir. (Gökyüzünün Yedinci Katı / Kirimize Jane)

                                               * * * * *


Meşuk adında, yirmili yaşlarda bir delikanlının hikâyesi. Hem öncekilerde hem de bu hikayede yaşlılara duyulan saygı, gençlerin yaşlılara fikir danışması ön planda.

“Gelin şimdi, bu hikâye doğru mudur, değil midir diye başımızı ağrıtmayalım. Önemli olan halkın böyle bir şeyin olabileceğine inanması ve böyle hikâyelerle hayatın ve insanın değeri üzerindeki görüşlerini dile getirmiş olmalarıdır.”

                                               * * * * *

“Sevgili misafirim, dünyada benden daha şanslı bir Adığe yoktur demekten kendimi alamayacağım. Nasıl pırlanta gibi bir karım olduğunu anlatmak zor. Onun en iyisini seçmek için çatı arasında karpuzları yuvarladığını herhalde duydun? Sana itiraf edeyim ki bir tek karpuzumuz vardı. Bu eşsiz kadın, fakirliğimizi bir yabancı anlamasın ve böylece benim duygularım incinmesin diye çok karpuzumuz varmış gibi hareket etti. Hep böyledir. Evimizde bolluk varmış, yokluk varmış, tek düşüncesi beni incinmekten korumak. Zeki ve değerli bir insana benziyorsun ve senin gibi birisine ancak benimki gibi bir kadın dilerim. Hayatta iyi bir kadın kadar değerli hiçbir şey yoktur.”

                                               * * * * *

Masal motiflerinin yer aldığı, “aşk” üzerine bir hikâye.

“İnsanın sevdiği kişiyi satın alması? Ne adilikti! Abisal kızın babasına şöyle diyecekti: ‘Bir insanın en büyük hazinesi kalbidir ve ben kalbimi Aslijan’a veriyorum. Eğer sen, Anzor, benim yardımıma muhtaç durumda kalırsan koşa koşa yardımına gelirim. Fakat sevdiğim kadın için asla başlık ödeyemem. Aşk parayla satılıp alınmaz.”

                                               * * * * *



Kitaba adını veren “Beyaz Dağdan Bakınca” 160 sayfalık kitabın 63. sayfasında başlıyor. Otobiyografik bir hikâye. Hayatın hoş bir betimlemesi yapılmış giriş bölümünde. Hayat, bir dağa tırmanmaya benzetilmiş. Seçilen sözcükler ve kullanılan ifadeler o kadar naif ki…
Alim Keşokov yaşamını anlatmış bu öyküde. Zaman zaman gülümseten, hüznün ağır bastığı dolu dolu bir hikâye.

“Hayatında ilk defa maviliklere uzanan karla örtülü tepeler, başdöndürücü yükseklikler ve dağ tepelerindeki göllerle karşılaşırsın. Macera hevesine kapılır, hayatın sona ermeyeceği düşüncesiyle ve yarının getireceklerinden bîhaber onun kadehinden yudum yudum içersin.”

                                               * * * * *

“Bir gayret daha ve kendini çıplak kayalarla kalın buzların sessizliğinde, nehirlerin başladığı ve dağ keçilerinin yurt edindiği yerde bulursun. Bu noktadan patika seni tepeye götürür, kalbin hızlı hızlı çarparken adımların tökezlenir. Favorilerin siyahken tırmanmaya başladın; şimdi ise sakalın bembeyaz.”

                                               * * * * *
“Kafkasyalıların bir geleneği vardır: Bir ihtiyar emekli olup ‘dizginleri’ oğullarının eline verdikten sonra bütün köy için faydalı – nehrin üzerine bir köprü, dağda yol açmak, su kaynağına patika yapmak ya da çıplak alanlara ağaç dikmek gibi – işler yapmaya çaba harcar; insanların onu hatırlamasına vesile olacak bir şey bırakmaya çalışır.”

                                               * * * * *

“Bir kuş yavrularına uçmayı öğretirken onlara nereye yuva kuracaklarını sormaz.”

                                               * * * * *

“Halk masallarına ve efsanelerine duyduğum derin ilgiyi, çocukluğumda dinlemiş olduğum lirik şarkılara olan sevgimi anneme borçluyum.”

                                               * * * * *

“Kabardeyler güzel cümleler kurmayı çok takdir ederler. Halk şairlerine öyle saygı gösterirler ki ziyafet veren kişinin her zaman sağında yer verilirdi onlara. Aslında, olayın hatıralarda yaşaması için, gelin ve damat hakkında yazılmış bir okunmadıkça düğün tam sayılmazdı. Bu şiirler, yazarları ve kahramanları unutulduktan sonra bile uzun yıllar hatırlanıyordu. Çağlar boyunca Kafkasya böyle bir dizi isimsiz şair yetiştirmiştir.”

                                               * * * * *

“Hayatın nefes kesici temposuna ayak uydurmak kolay değil. Sanatların, özellikle edebiyatın, hayatın gerisinde kaldığı söyleniyor. Bunda sadece yazarları mı suçlamak gerek? Sanmıyorum. Onlar canla başla ‘uygun adım’ yürümeye çalışıyorlar. ‘Suç’ hayatın hızla akışında. (Beyaz Dağdan Bakınca / A. Keşokov)”

                                               * * * * *

“Çağımız insanlarının düşünce ve zihniyetlerinde meydana gelen kompleks değişiklikleri anlamak için Maksim Gorki’nin sözünü ettiği ‘insan ruhunun derin bilgisine’ ihtiyaç vardır. (Beyaz Dağdan Bakınca / A. Keşokov)”

                                               * * * * *

“Yazı işleri personeline katılan yeni bir kişi de birinci sınıf cephe hikâyeleriyle gazetemizin kalitesini yükselten Valentin Oveçkin idi. ‘Oveçkin gibi yazmaya çalışın,’ diyorlardı bize. Ama onun gibi yazabilmek için Oveçkin olmak gerekti. (Beyaz Dağdan Bakınca / A. Keşokov)”

Kitaptaki tüm hikâyeleri severek okudum. Satır aralarında iyiliğin, saygının, hoşgörünün, sevginin gücü saklı. Günlük yaşamın telaşından uzaklaşmak, kırlarda dolaşıp gökyüzüne kanat çırpmak istiyorsanız kitap sizi bekliyor.
                                       ▬    ▬      ▬

Bu Haftaki Tercihleriniz

BİR ÖMÜR BÖYLE GEÇTİ (Faruk Nafiz ÇAMLIBEL)

kitap performans ödevi

ELA GÖZLÜ PARS CELİLE (Osman BALCIGİL)

GÖR BENİ (Azra KOHEN)

İTİRAFLAR (Jean-Jacques ROUSSEAU)