BİR MANİNİZ YOKSA ANNEMLER SİZE GELECEK (Ayfer TUNÇ)

70’li, 80’li, 90’lı yıllar. Hangisini ne zaman yakaladınız bilemiyorum ama son günlerde “Ah, nerede o eski günler!” sözünü sık duyar oldum. Geride kaldığı için mi o yıllara özlem duyuyoruz yoksa gerçekten bir başka mıydı o seneler diye düşünmeden edemiyor insan. 

Teknolojinin henüz tam anlamıyla hayatımıza girmediği yıllardı. Yaşam daha yavaş, insanlar daha sevecen, çocuklar daha mutluydu. Çoğumuz hafif bir tebessümle hatırlıyoruz o günleri. Yakaladığımız yerden, aklımızda kaldığı kadarıyla.



80’ler dizisi çoğu kişiyi bu yüzden sıkıca kavrayıverdi. Samimi, gerçek, sımsıcak… On beş on altı yaşındaki öğrencilerim bile “O yıllar ne güzelmiş, keşke biz de görüp yaşasaydık” diyorlarsa belki de bir şeyler “yanlış gidiyor”…  Demeyelim de hadi… “eksiliyor”.



Ayfer Tunç da kendi çocukluğunu, 70’li yıllarda hayatımız, diyerek anlatmış kitabında. “Bir Maniniz Yoksa Annemler Size Gelecek”.

Engellerin gittikçe çoğaldığı, teknolojinin hızla gelişerek bazı şeyleri geride bırakıp eksiltmeye başladığı 2000’li yıllara hoş bir renk katmak için. Bir maniniz yoksa kitap sizi bekliyor.

“Bir gün o duvarlar söküldü, demiryolu ile plajın arasına geniş bir sahil yolu girdi. Hayatımızı renklendirmiş küçük şeylerin yok olacağını, olabileceğini, ilk kez o duvarların boşluğunu hissedince anladım. Geçmişimizi oluşturan o dikkate değmez, sıradan, önemsiz, alelade şeyler bir aradayken meğer ne kadar anlamlıymış.”

süreyya plajının eski duvarları
                                               * * * * *

“En azından benim hayatımdan çıktığı için ‘-di’li’ geçmiş zamanla yazmış olsam da, anlattığım şeylerin bazıları hâlâ yaşıyor. Ama yarın var olacaklarından emin değilim.”

                                               * * * * *

“Ama şimdiki kuşak çocuklarına aynı şeyi söylemiyor. Bu çağın çocuklarının yaşadıklarının şans olup olmadığından kimse emin değil. Bir yığın tüketim ürünüyle donatılan hayatlarında şimdiki çocuklar çok yalnız. Yaratıcılığı kışkırtan yokluk ortamında değil; sıkıntıyı büyüten, derin bir tembellik ve umursamazlık yaratan bolluk ortamında büyütüyorlar. İlaç kutularından araba yapmak, gazoz kapağı biriktirmek, dergilerden artist resimleri kesip deftere yapıştırmak onlara göre değil.”




                                               * * * * *

“İster apartmanlarda, ister bahçeli evlerde yaşasınlar, tüm çocuklar için sokağa çıkmak deyimi vardı. Hâlâ var, ama sokaklar çok değişti, üstelik eskisi gibi güvenli de değil. Sokağa çıkmak tanımlanmış bir özgürlüğe adım atmak demekti. Okuldan gelince sokağa çıkılır, akşam olup hava kararana, anneler yemeğe çağırana kadar, kan ter içinde sokakta oynanırdı. Yaz tatillerinde sokağa çıkmak ise, bütün bir günü sokakta geçirmek demekti.”

                                               * * * * *

“O zamanlar kendi halinde otlar, bitkiler vardı. Ağaçlar, çiçekler, çimenler boldu. Giriş kapısı olmayan, sınırları belirsiz çimenliklere uzanarak bulutları seyretmek mümkündü.”

                                               * * * * *

“Kızlar nasıl beş taş oynamaya meraklı ise, erkekler de misket oynamaya meraklıydı. Kızların arasından Erkek Fatma çıkması doğaldı ve bu Erkek Fatmalar takdirle karşılanırdı ama erkek çocukların arasından fazla ‘Kız Ali’ çıkmazdı. Dolayısıyla genellikle kızlar erkek oyunlarını bilirler, ama erkekler kız oyunlarını bilmezler ya da bilip bilmezlikten gelirlerdi.”

                                               * * * * *

“Kibrit ve ilaç kutuları başta olmak üzere, bütün kutular becerikli ve yaratıcı çocukların kendilerine oyuncak kamyon, araba, ev vb. şeyleri yapmak için dikkatle biriktirdikleri nesnelerdi.”


                                               * * * * *

“Sokaklarda sürekli hareket gerektiren oyunlar oynanırdı. Çocuklar enerji doluydular, birdirbir, uzuneşek, mendil kapmaca gibi oyunları bütün bir gün de oynasalar doymazlardı.”



                                               * * * * *

“Okullarda boş geçen dersler, kâğıt ve kalemin gerekli olduğu oyunların oynanmasına yarardı. Böyle boş geçen bir derste isim, şehir, hayvan oynamak, sıkıcı bir tarih dersinden çok daha yararlı olurdu. Cehaletin kültüre göre daha çok prim yaptığı günümüzde, çocukların artık oynamaktan pek hoşlanmadıklarını sandığım isim, şehir, hayvan, 70’lerde çocukların favori oyunlarından biriydi.”

                                               * * * * *

“İkinci Dünya Savaşı sırasında yaşanan kıtlık yıllarını görmüş, şeker yokluğundan çayı kuru üzümle içtiklerini anlatmaktan pek hoşlanan Cumhuriyetçi kuşak, çocuklarına tüketimi değil, tasarrufu öğretiyordu. Yokluklar ve tasarruf eğitimi o yıllarda çocuklarda biriktirme tutkusunu da geliştirmişti. Her çocuk bir şey biriktirirdi. Biriktirilen şeyin değerli olması gerekmezdi. Önemli olan biriktirmekti. En çok biriktirilen şey gazoz kapağıydı.”

                                               * * * * *

“Çakıl taşı, ilaç kutuları, kibrit çöpleri, gazete-dergi kesikleri, misketler, düzgün ağaç dalları, dikişlerden arta kalmış kumaş kırpıntıları, artık yün çileleri, teller, çiviler, her şey biriktirilirdi. Çocukların geniş dünyalarında neyin ne zaman gerekli olacağı asla bilinemezdi.”

                                               * * * * *

“Bir beyaz eşya firmasının reklamlarında kullanılan Bay Meraklı ise yayınlandığı sıralarda seyirciyi çok şaşırtmıştı. Ekranda önce bir el görüntüsü çıkıyor, Bay Meraklı’yı çiziyor, sonra da sık sık duruma müdahale ediyordu.”


                                               * * * * *

“Erkan Yolaç’la Evet Hayır yarışmasında amaç, bir dakika boyunca Erkan Yolaç’ın sorularına ‘evet hayır diye cevap vermeyeceksiniz, verdiğiniz cevabı tekrar etmeyeceksiniz, başınızı emme basma tulumba gibi sallamayacaksınız’dı. Ayrıca gelirken Mehter Marşı’yla gelinir, giderken İzmir Marşı’yla gidilirdi.”

                                               * * * * *

“Televizyona ilk çıkan pop şarkıcısı Erol Büyükburç oldu. Çok hareketli bir şarkıcıydı. Takım elbise ve ince kravatla müzik hayatına başlamış, 70’lerde giyim kuşam anlayışının değişmesiyle birlikte, Elvis Presley’in giyimini andıran yeni bir imajla hayranlarının karşısına çıkmıştı.”


                                               * * * * *

“En ünlü giysisi gümüş lame, yüksek topuklu çizmelerle tamamlanan mini şort ve bluzdan oluşan bir ‘bütünlük’tü. Müren yapma çiçeklerin ya da otrişlerin eşlik ettiği giysilerine ‘mavi dünya, pembelim, efsane” gibi adlar da koyardı.”

                                               * * * * *

“Emel Sayın sesi kadar görünümüyle de ilgi çekerdi. Kırmızı ojeli, uzun tırnaklı ellerinin güzelliğinden emin olduğu için, televizyonda şarkı söylerken ellerini hep yanağının yakınında tutar ve o güzel ellerin karenin içinde kalmasına dikkat ederdi.”



                                               * * * * *
“Günümüzde yok olan yazlık sinemalar o yıllarda sayıca kışlık sinemalardan fazlaydılar. Hemen her mahallede bir-iki tane yazlık sinema vardı. Şehirlerdeki boş alanlar, arsalar yazlık sinema kurmaya çok elverişliydi. Yazlık sinemaların neslini tüketen şey seyircinin azalmasından çok, sinema olabilecek alanlara apartman dikilmesi oldu.”



                                               * * * * *

“Büyüklerinin çoğunun okumaktan anladıkları şey, ders kitaplarının okunması, okuma zevkini aşılayacak kitapların ancak yaz tatilinde ele alınmasıydı.”

                                               * * * * *

“İnsan insanla var oluyordu. Aileler büyüktü, akrabalar çoktu. Komşular önemliydi, oturulan sokaklar, mahalleler ait olunan mekânlardı.”

                                               * * * * *

“Gençlerin değerler sıralamasında ilk sırada gelen para değildi. Onur, gurur, haysiyet, başarı, arkadaşlık, yurt sevgisi, idealler gibi değerlerden sonra para gelir, çoğu gencin sıralamasına hiç giremezdi.”

                                               * * * * *

“Yardımcı figürleri çoktu, engelleri zorluydu, romantizm dozu ağırdı ama 70’lerin aşkları daha aşktı.”

                                               * * * * *

“Mevsimler, ağır bir ritmle yaşanan, fazla kalabalık ve şaşırtıcı olmayan hayata kendi renkleriyle gelir, şenlik getirirdi.”

                                               * * * * *

“Evin çocuklarının misafirlerin ellerini öpmesi şarttı. Hatta gelen misafir ev sahiplerinden yaşlıysa, ev sahipleri de misafirin elini öperlerdi. Elini öptüren, öpene ‘el öpenlerin çok olsun’ derdi”

                                               * * * * *

“Aşk mektupları neredeyse kayboldu. Oysa mektup aşkı belgeliyor, aynı zamanda yüz yüze iken yüzün kızarmasından bir türlü söylenemeyen aşk sözcüklerinin sevgiliye iletilmesini de sağlıyordu. artık yüz yüze iken yüz kızarmalar da kaybolduğu için, var olan aşk mektuplarının tadı kaçtı. Cep telefonlarının mesaj servisleri aracılığıyla birtakım aşk sözleri ulaştırılıyorsa da, el yazısının ve aşk mektubunun tamamlayıcı unsurları olan kurutulmuş çiçek, gözyaşı lekesi ve parfümün yerini tutmuyor.”   
                                       ▬    ▬      ▬

Bu Haftaki Tercihleriniz

KAPLUMBAĞA TERBİYECİSİ (Emre CANER)

GÖR BENİ (Azra KOHEN)

BİR ÖMÜR BÖYLE GEÇTİ (Faruk Nafiz ÇAMLIBEL)

BANDO TAKIMI (Muzaffer İZGÜ)

ŞEMS-İ TEBRİZİ'NİN ÖĞRETİLERİ