YILDIZIN PARLADIĞI ANLAR (Stefan ZWEIG)
Hayatımızın yapıtaşlarının en önemlilerinden biri de an’lardır. Her bir an bir daha geri gelmemek üzere “geçmiş” sahnesindeki yerini alır. Ama bazı an’lar sandığımızdan daha önemlidir; çünkü hayatımızın dönüm noktalarını belirler. Hatta bazen bu dönüm noktaları hiç tahmin edemeyeceğimiz hayatlara da dokunur, onların da yönünü değiştirir.
Stefan Zweig “Yıldızın Parladığı Anlar”da tarihten örneklere yer vererek an’ı değerlendirme şansına erişenlerden ya da onu geçmişe teslim edenlerden söz etmiş. Fatih Sultan Mehmet’ten Haendel’e, Goethe’den Lenin’e...
Anlatılanların ne kadarı gerçek ne kadarı kurmaca bilinmez ama yıldızın parladığı anları her zaman yakalayabilmek dileğiyle...
“Mehmet
1452 Ağustosunda bütün ağalarını ve paşalarını bir araya topluyor, Bizans’ı
saldırıyla zapt etmek amacını onlara açıkça söylüyor. Bu kararın halka ilanı
gecikmiyor. Türk devletinin her yerine gönderilen münadiler, eli silah tutan herkesi
işbaşına çağırıyor ve 5 Nisan 1453 tarihinde birden bastıran bir seli andıran
muazzam bir Osmanlı ordusu, Bizans önündeki vadiyi, şehrin surlarına kadar kaplayıveriyor.
(Bizans’ın Fethi)”
*
* * * *
“Bütün
büyük askeri hareketlerde kesin vuruşlar daima şaşırtma yolu ile elde
edilmiştir. Mehmet’in üstün dehası bir defa daha eşsizlikle ortaya çıkıyor.
Onun bu tasarısını kimseler sezmiyor – bir defasında bu tedbirli dâhi kendisi
için şöyle söylemişti: ‘Eğer sakalımın bir kılı bile kafamdan geçeni öğrenmiş
olsaydı onu hemen yolardım.’ (Bizans’ın Fethi)”
*
* * * *
“Tehlikenin
büyüklüğü altında kendilerini toplayan savunucular saldırıların en korkuncunu
alt etmiş bulunuyorlar. İşte bu sırada hüzün verici bir olay, tarihin bilinmez
hükümlerinde zaman zaman kendini gösteren o esrar dolu anlardan biri, Bizans’ın
alınyazısına kesin darbeyi indiriyor. (Bizans’ın Fethi)”
*
* * * *
“Korkudan
tüyleri diken diken olan Avrupa, kendi uyuşuk kaygusuzluğu yüzünden, şu
herkesin unuttuğu kapıdan, uğursuz Kerkaporta’dan içeriye dalmış, yıkıcı yeni
bir güç yüzünden, yüzyıllar boyunca elinin kolunun bağlı ve hareketsiz
kalacağını anlıyor. Fakat insan hayatında olduğu gibi tarihte de, kaybedilmiş
bir ânın yanıp yakınma ile bir daha geri geldiği görülmemiştir. Bir tek saatin
kaybettirdiği şeyi bin yıl bile geriye getiremez. (Bizans’ın Fethi)”
*
* * * *
“Hayatı
yarılamış olan ve yaratma çağında bulunan bir insan için, hayatın kendisine
yüklediği görevi keşfetmek kadar büyük bir mutluluk olamaz. (Büyük Okyanus’un
Keşfi)”
*
* * * *
“Georg
Friedrich Haendel, tam dört ay hiçbir hayat ve hareket belirtisi göstermeden
böyle yaşadı; oysa onun için hareket ve kuvvet, hayatın ta kendisiydi.
Vücudunun sağ tarafı hep o biçimdeydi. Yürüyemiyordu, yazamıyordu ve sağ eliyle
tek bir tuşu bile hareket ettirip ses verdiremiyordu. (Yeniden Hayata Geliş)”
*
* * * *
“Fakat
bu cansız vücudun içinde, tıpkı yeryüzünün altındaki esrarlı sular gibi,
açıklanması kabil olmayan bir kuvvet yaşamaktaydı. Varlığının esas gücü olan o
esrarlı kuvvet, Haendel’in yaşama isteğiydi. Bu kuvvet sayesindedir ki, ölmeye
yüz tutmuş vücuttaki ölmez ruh hâlâ ayakta kalabiliyordu. Bu dev adam kendini
henüz tamamıyla yere serdirtmemişti. Bu dev adam daha yaşamak, başarmak
istiyordu ve isteğin kuvveti, tabiat kanununu yenen mucizeyi yarattı. (Yeniden
Hayata Geliş)”
*
* * * *
“Evet,
kimi zaman – bu an dünya tarihinin en şaşılacak anlarıdır – ipi sadece titrek
bir saniye için, çok önemsiz birisinin eline geçer. Fakat böyle kişiler,
yiğitlikler yüklü dünya oyunu ortasında kendilerini buluverince, sorumluluklar
akıntıları içinde mutlu olmaktan daha çok korku duyarlar; elleri arasında
buluverdikleri alınyazısı yükünü titreyerek bırakıverirler. Böylesine bir
olanağı sımsıkı çekerek kendini de yüceltenlere pek az rastlanır. Zira yücelik
önemsize sadece bir tek saniye kendini bırakır, bunu elden kaçıranı ise asla
bağışlamaz ve bir ikinci defa ona yüz vermez. (Dünya Çapında Saniye)”
*
* * * *
“Napoléon’un
alınyazısını farkında olmadan elinde tutan Grouchy, buyruk gereğince 17 Temmuz
günü hareketle, bildirilen yanda Prusyalıları izlemektedir. (Dünya Çapında
Saniye)”
*
* * * *
“Amsterdam,
Moskova, Napoli ve Lizbon’da olup bitenleri aynı anda Paris’te de öğrenmek
mümkün olalı beri dünya değişmiş bulunuyordu. (Okyanusu Aşan İlk Söz)”
*
* * * *
“Bilgisi
kıt olan insanın cesareti, bilginlerin tereddüt ettiği noktada yaratıcı hamleyi
yapmak imkânını verir. (Okyanusu Aşan İlk Söz)”
*
* * * *
“Bu ufak
tefek ve tıknaz adam, hiç de öyle göze çarpmaz ve elinden geldiği kadar göze
çarpmadan yaşar. Topluluklardan kaçınır, çekik kara gözlerinin keskin
bakışlarını pek sık gören olmaz. Konukları pek azdır. Ama o, her gün düzenli
olarak saat dokuzda kitaplığa gider ve saat on ikiyi çalıp da paydos oluncaya
kadar oturur. On ikiyi tam on geçe evindedir ve herkesten önce kitaplıkta
bulunmak üzere, bire on kala yine evinden çıkar ve akşamın altısına kadar orada
kalır. Fakat haber alma ajanları, sadece çok konuşan adamlara dikkat ettikleri
ve çok okuyup çok öğrenen köşesine çekilmiş insanların dünyanın ihtilâle
sürüklenmesi konusunda en tehlikeli rolü oynadıklarını bilmedikleri için,
kundura tamircisinin evinde oturan bu önemsiz adam üzerine hiçbir bilgi
toplamazlar. (Mühürlü Tren)”
▬ ▬ ▬