YURDUMU ÖZLEDİM (Gülten DAYIOĞLU)

Köyde yaşayan bir ilkokul öğrencisi. Ailesinin işi sebebiyle onlarla birlikte Almanya’ya gitmesi gerekiyor. Umutları, beklentileri var. Gideceği yerde onu neler bekliyor, her şey umduğu gibi mi gerçekleşecek; yoksa?

“Öğretmen, bu haberden pek hoşlanmamış görünüyordu.
— Seni neden götürüyorlar?
— Pek iyi bilmiyorum emme, anladığım şu ki, işin ucunda para varmış. Ben yanlarında olursam, almanlar babama daha çok para vereceklermiş. Bir de ninem istiyor gitmemi. «Ayşan kızla zor uğraşıyorum Atıl oğlanı alın götürün başımdan!»  diyor, anamgile.”


                                               * * * * *

“Bekir, Atıl’ın yaşıtıydı. Evleri birbirine pek yakındı. Yaz-kış birlikte oynarlardı. Atıl’ın, Almanya’ya gitme haberi, herkesten çok, onu tedirgin etti. Arkadaşından ayrılacağı için, hem üzülüyor, hem de ona özeniyordu. Atıl, yolculuğunu ayrıntılarıyla anlatırken, «Keşke, benim babam da Almanya’da işçi olsaydı. Beni alıp oralara götürseydi.» diye içini çekmekten kendini alamadı.”

                                               * * * * *

“Atıl, odaya girerken sevinçle ellerini çırptı:
— Yaşasın, demek hemen gidiyoruz! Bohçam hazır mı?
— Ne bohçası?
— Giysi miysi götürmeyecek miyiz?
— Yok oğul, yok, ne giysisi? Bu partalları yük etmeye gerek yok. Orada, yenilerini alacağız sana.”

                                               * * * * *

“Bu sırada baba çıkageldi. Anayı Ayşan ile sarmaş dolaş görünce o da öfkelendi:
— Acıma yok mu sende? Koyver yavruyu. Birazdan çekip gideceksin. O zaman çocuğun acısı iki kat olacak. Köye izine gelirken, Ayşan’ı ısındırma kendine diye kaç kez öğütledim, yine kulak vermedin sözlerime…”

                                               * * * * *

“Atıl’ın özgürlüğü ilk kez kısıtlanıyordu. Oysa köyde, dilediği yerde gezer, dilediği yerde otururdu. Bu nedenle, babasının sert tutumunu iyiden iyiye yadırgadı. Anası, yanındaki kadınlarla çene yarışı yapıyordu. Kendisi ise, can sıkıntısından patlayacak gibiydi.”

                                               * * * * *

“Baba, oğlunu gülümseyerek cevapladı:
— Burası büyük kent oğlum. Koşmazsan, işini yürütemezsin. Baksana, gelenin de acelesi var; gidenin de… Aslında yangın mangın yok… Göreceksin, Almanya buradan da beter. Orada yaşayanlar, yürürken bile koşar gibidirler.”


münih

                                               * * * * *

“Atıl bir an köyün boş sokakları anımsadı. Orada, yalnızca erkekler cuma namazından çıkarken çarşı biraz kalabalıklaşırdı. Bir de bayramlarda, halk sokaklara dökülürdü. Atıl bu kadar çok insanı ilk kez bir arada görüyordu.”

                                               * * * * *

“Bakışlarını bu kez otobüstekilere çevirdi. Sıcak bir bakış, dostça bir gülümseme aradı. Yolcular düşünceli ve dalgındılar. Hemen hepsinin dudakları sımsıkı kapalı; gözlerinin içi, derin ve karanlıktı. İçten içe, birileriyle dövüşüyor gibiydiler.”

                                               * * * * *

“Atıl o zaman, yabancı bir ülkede başka başka kent, kasaba ya da köyden gelmenin önemsiz olduğunu anladı. Yurdun dört bir yanından gelen Türk işçilerini birbirine çeken güçlü bağın, «Ulusal bağ» olduğunu sezinledi.”


                                               * * * * *

“Bu yabancı işçilere hem kızıyorum, hem de acıyorum. Kızıyorum, çünkü onların yüzünden ülkemizde rahat yaşayamıyoruz. Mağazalar, sokaklar, birahaneler, parklar, sinemalar yabancı dolu. Uyum gösteremiyorlar bizim topluma, daha doğrusu göstermek istemiyorlar. Keyiflerince yaşamak istiyorlar hep.”

                                               * * * * *

“Hayvanlar, çevrelerine acıktıkça saldırırlar. İnsanlar tersine, doydukça daha çok isterler. İstediklerini elde edemediler mi silaha sarılır, savaşır, savaşır, savaşırlar…”

                                               * * * * *

“Ana:
— Alınyazımız böyleymiş, diye içini çekti.
Baba bu sözlere de öfkelendi:
— Ne varmış alınyazımızda? Çok şükür, elimiz ayağımız tutuyor, gücümüz yerinde, işimiz de var. Daha ne istiyorsun? Demin Hasan’ın durumunu anlattım sana. Zavallı, alacakaranlık bir odanın içinde soluk almaktan korkarak yaşıyor. Aç susuz, işsiz ve de sağlıksız…”

                                               * * * * *

“O günden sonra Atıl, okuldan, öğretmenden, hatta tüm yabancılardan soğudu. Artık derslere eskisi gibi önem vermiyordu. Öteki yabancı öğrencilerin durumu bazı yönlerden daha iyiydi. Atıl bunu sezinliyordu. Giyim kuşam, davranış ve tutumlarıyla onlar, Almanlara daha yakındılar. Din farklılıkları da yoktu.”


                                               * * * * *

“Bu törenden sonra, dört Türk çocuğu birbirlerine daha içten bağlandılar. Ne zaman göz göze gelseler, hep 29 Ekim sabahı düzenledikleri Cumhuriyet Bayramı törenini anımsıyorlardı.”

                                               * * * * *

“Eva, kendi yaşında arkadaşlar edinmişti. Atıl ile karşılaşınca, hatırını soruyor, tatlı tatlı gülümsüyordu ona. Bazen de yolda Hans’a, Herbert’e, Adolf’a ve Manfred’e rastlıyordu. Onlar da Eva gibi, iyi davranıyorlardı kendisine. Atıl:
— Bu çocuklar tek tek çok iyiler. Fakat, bir araya geldiler mi, çekilmez oluyorlar, diye düşünüyordu sık sık…”

                                               * * * * *

“Atıl, dişlerini sıkarak önüne baktı. Babası, her fırsatta Almanya’daki yaşamlarını köydekiyle karşılaştırıyordu. Ama, hiçbir gün, çevresindeki Almanların giyim, davranış ve yaşamlarından örnek almaya yanaşmıyordu…”

                                               * * * * *

“Noel tatilinden sonra okul açıldı. Atıl, ders yönünden günden güne geriliyordu. Öğretmenin ilgisizliği, sınıf ve okuldaki yerli öğrencilerin tutumu, onun tüm coşkularını söndürmüştü. Yasal zorunluluk olmasa, hiç gitmeyecekti okula.”
                                          ▬    ▬      ▬

İlginizi çekebilir:

Bu Haftaki Tercihleriniz

KAPLUMBAĞA TERBİYECİSİ (Emre CANER)

GÖR BENİ (Azra KOHEN)

BİR ÖMÜR BÖYLE GEÇTİ (Faruk Nafiz ÇAMLIBEL)

BANDO TAKIMI (Muzaffer İZGÜ)

ŞEMS-İ TEBRİZİ'NİN ÖĞRETİLERİ