SİNEMAYI SANAT YAPANLAR (Atilla DORSAY)

Sinemaya gitmekten hoşlanır mısınız? Film izlemekten? Eskiden vizyondaki filmlerin sıkı takipçisiydim. Sinemaya gitmekten de büyük keyif alırdım. Gün oldu, devran döndü. Film izlemekten hoşlansam da sinemaya gitmekten eskisi kadar keyif almıyorum artık. 
Bir önceki okulumda öğretmen arkadaşlarla küçük bir grubumuz vardı. Özellikle seminer döneminde toplanır, seçtiğimiz filmleri izler ardından da pasta börek eşliğinde o gün seyrettiğimiz film hakkında yorumlar yapardık. Bazen muhabbet, oyuncuların magazin yaşamlarına, kıyafetlerine de evrilirdi. Keyifli film günleri.



Herhalde o keyifli sinema saatlerinin etkisiyle olsa gerek son yıllarda “ev sineması”ndan daha bir hoşlanır oldum. Bu arada seyredeceğim filmlerde de epey seçici davranmaya başlamışım. İzlediğim filmlerle ilgili küçük bir seçkiyi “körlük filminin hatırlattığı film ve kitaplar” adlı yazımda bulabilirsiniz.

Bu girizgâhtan ve bugünkü başlıktan anladığınız üzere kitabımız sinemayla ilgili. Atilla Dorsay’ın “Sinemayı Sanat Yapanlar” adlı kitabının ilk basımı Ocak 1985. Elimdeki ise Nisan 1986 tarihli ikinci baskı. Kitap daha sonra tekrar basıldı mı bilmiyorum ama özellikle eski filmlerden hoşlanıyor, yönetmenlerle ilgili ayrıntılı bilgi istiyorsanız kitabı okumanızı tavsiye ederim.

Atilla Dorsay’ın yönetmenler ve filmleri hakkındaki yazıları bir araya toplanıp kitap haline getirilmiş. Kitap bölümler halinde olduğu için takip etmek kolaylaşıyor. Zaten Atilla Dorsay işine saygısıyla, yorumlarıyla, polemiklerden uzak duruşuyla beğeniyle takip ettiğim bir isim. Bu tavrını yazılarına da olduğu gibi aktarmış. Dolayısıyla kitabı da aynı beğeniyle okudum.



Zaman zaman keşke kitapta sözü edilen filmleri, çoğunu seyretmemişim, izlemiş olsaydım diye aklımdan geçirdim. Ama kendimi en çok ayıpladığım nokta çoğu yönetmeni tanımamak. Daha önce duyduğum ya da filmini gördüğüm isimler: Roberto Rossellini, Charlie Chaplin, Muhsin Ertuğrul, Alfred Hitchcock, Yılmaz Güney, Orson Welles. Bu arada kitapta aşağı yukarı otuz tane isim var. Gerçi bir kısmının da filmlerini izlemişim ama yönetmenini bilmiyorum. Başrol oyuncularını genellikle adımız gibi biliriz de filmin “kilit adamı” yönetmenden genellikle haberimiz olmaz. Ya da sorulduğunda uzun uzun düşünürüz. Yönetmen konusunda biraz daha itinalı davranmalıyım galiba.

Atilla Dorsay’ın engin sinema bilgisiyle keyifli bir yolculuğa çıkmak isterseniz “Sinemayı Sanat Yapanlar”ı arşivinize ekleyin derim.

“Dorsay’ın, görüş ve beğenilerin hızla değişmekte olduğu bir toplumda kendini yenileyerek okurlarının ilgisini uzun yıllar sürdürebilmiş olması, sinema eleştirmeni olarak değerinin en iyi ölçüsüdür. Yargılarına her zaman katılmayabiliriz, ama Atilla Dorsay’ın sinemanın toplumsal gerçeği anlama ve yorumlama çabalarımızın bir parçası olduğunu anlamamıza katkısı, sanırım tartışılmayacak kadar büyüktür.
Dorsay’ın sinemanın ustaları üzerine yazılarını bu kitapta toplayarak sinemaseverlere başvurabilecekleri ender kaynaklardan birini sağladığına kuşku yok. (Önsöz / Şahin Alpay)”

                                               * * * * *

“Bir şeye (belki bir insana bile), özellikle kültürel bir olaya sevgiyle, ilgiyle bağlanmak kuşkusuz yeterli değil. Bağlandığımız neyse ona aynı zamanda bilgiyle, bilinçle yaklaşmak gereği var. Bilgisiz, bilinçsiz bir ‘sinema merakı’, hazırlıksız giriliveren bir görsel/işitsel devrim, sınırsız bir (küçük veya büyük) ekran tutkusu insanı nereye götürür? Oyalamaktan, uyuşturmaktan, gerçek sanata ve de gerçek yaşama yabancılaştırmaktan başka? (Sunuş / Atilla Dorsay)”

                                               * * * * *

“Kuşkusuz sayısız insanın katkısıyla ortaya çıkan kolektif bir çabaydı sinema, ama yine de, bir filme, ‘fabrikasyon’ niteliğini aşıp sanatsal bir son damgayı vuran, yönetmen oluyordu. Bu nedenle ‘Sinemayı Sanat Yapanlar’ isimli bu derleme öncelikle yönetmenlere adandı. Bu, bir yönetmenler kitabıdır. (Sunuş / Atilla Dorsay)”

                                               * * * * *

“Hiç olmazsa bu sanatçıları anmış, anımsatmış oluyorum böylece… Onlara, sanatlarına daha geniş biçimde eğilme fırsatı bekleyerek… Çünkü, düzeysiz yapıtların, gösterişe, gözboyacılığa yönelik ürünlerin ortalığı sarmasına karşı, her sanatta olduğu gibi sinemada da soylu yapıtların sürgit yaşayacağına, ilgi göreceğine, gitgide daha düzeyli hale geleceğini umduğum TV programları, video kulüpleri, sinematekler ve arşivlerin gösterileriyle daha uzun, çok uzun zamanlar yeni kuşakların dikkatine açık olacağına inanıyorum. (Sunuş / Atilla Dorsay)”

                                               * * * * *

“Büyük eserlerin bir özelliğidir bu: dünyanın ve sanatın evrimini izleyerek veya ona önderlik ederek, apayrı bir dünya oluştururlar… Dreyer’in 50 yıllık bir süre içinde yer alan bütün filmleri de, aktüalitenin, geçici moda akımlarının ötesinde, ortak temaları, ortak stil ve plastik özellikleri ile apayrı bir dünyayı, Dreyer’in dünyasını meydana getirirler… (DREYER ÜSTÜNE NOTLAR – Carl Dreyer [1889 – 1968], 1968)”

                                               * * * * *

“Evet, Ford ustanın ölümüyle sinemanın kaybı büyük oldu. Ama korkunç bir hızla ve korkunç biçimde değişen bir dünyada, tüm inandığı şeylerin yerlerini yadsıdığı şeylere bıraktığı bir çağda, Ford’un gerçekten de yapacak hiçbir şeyi kalmamıştı… (WESTERN’İN BABASI ÖLDÜ – John Ford [1895 – 1973], 1973”

                                               * * * * *

“1956’da, Texas’ın petrol bulunması ile zenginleşmesini ve dönüşümünü anlattığı «Devlerin Aşkı - Giant», Amerikan tarihinin önemli bir bölümüne getirdiği yorumla dikkati çeker. Seyirci ise, özellikle Elizabeth Taylor, Rock Hudson ve James Dean’ın oyunlarını yıllardır unutmamıştır. (STEVENS’İN ARDINDAN – George Stevens [1904 – 1975], 1975)”



                                               * * * * *
“Bergman dönemi, Rosselini için talihsiz bir dönemdir. Filmlerinin tümü yeni karısının üstüne kuruludur. Rosselini büyük bir yönetmendir, Bergman büyük bir oyuncu. Ama birlikte yaptıkları filmlerin hiçbiri seyirci tarafından anlaşılmaz, takdir görmez. Profesyonel açıdan karanlık bir dönemdir bu, ikisi için de. (ROSSELİNİ: 3 DÖNEM, 3 KADIN – Roberto Rossellini [1906 – 1977], 1977)”

                                               * * * * *

“Louis Lumiere 1890’larda sinemayı keşfettiğinde, bu buluşun uzun ömürlü olduğuna inanmıyordu. Hele sinemanın bir «sanat» olabileceğini düşünmüyordu bile. Gerçekten de, bugün dünya üzerinde üretilen sayısız filmin büyük çoğunluğuna bakıldığında, sinemanın bir sanat dalı olup olmadığından kuşku duyulabilir. Bu kuşkuyu yarım yüzyıl içinde geçersiz, temelsiz hale getiren ve sayıları hiç de sanıldığı denli çok olmayan kişilerden biri, belki de birincisi Charlie Chaplin’di. (‘DÜNYAYI GÜLDÜREN ADAM’ ARTIK YOK – Charlie Chaplin [1889 – 1977], 1977)”

                                               * * * * *

“Chaplin, sinemada (ve genel olarak sanatta) güldürürken düşündürmeyi, mizahla eleştiriyi, kahkahayla gözyaşını birlikte vermeyi bilen sayılı sanatçıların biri ve birincisidir. Louis Delluc’un Moliere’e, Elie Faure’un ise Shakespeare’e benzetmeleri boşuna değildir. Chaplin, eseriyle insanoğlunun çok çeşitli yanlarını gün ışığına getirmiş, «insanlık durumu»nu büyük sanatçılara özgü bir duyarlıkla saptamıştır. (‘DÜNYAYI GÜLDÜREN ADAM’ ARTIK YOK – Charlie Chaplin [1889 – 1977], 1977)”



                                               * * * * *
“Sinema dünyasında 2 ünlü «Ray» olduğu söylenirdi bir zamanlar: Hintli Satyajit Ray ve Amerikalı Nicholas Ray… Hangisinin daha ünlü olduğu sorusu bir yana, Nicholas Ray geçen haftalarda öldüğünde hemen hiçbir ajans haberi geçmeye, hiçbir gazete de yayınlamaya değer bulmadı. Oysa Ray, ülkemizde de «Asi Gençlik», «Johnny Guitar», «Acı Zafer», «Pekin’de 55 Gün» gibi filmlerle tanınmış, sevilmiş bir sanatçıydı. (İKİ ÜNLÜ RAY’DAN BİRİ ÖLDÜ – Nicholas Ray [1911 – 1979], 1979)”

                                               * * * * *

“Muhsin Ertuğrul’un ismi nedense sinema ile birlikte hiç anılmaz. Oysa Ertuğrul, dünyanın hiçbir ülkesinde hiçbir dönemde görülmemiş bir olayın da kahramanıdır: Tam 17 yıl boyunca Türkiye’de film yapan tek adam olarak kalmıştır. (ERTUĞRUL VE SİNEMAMIZ – Muhsin Ertuğrul [1892 – 1979], 1979)”

                                               * * * * *

“Hitchcock sinemasının gözde tema’sı, kendini zor bir durumda bulan ve bu durumdan kurtulmaya çalıştıkça işleri karıştıran kişi tema’sıdır. Bu tema, daha da özel biçimde, Hitchcock’da «başkasının işlediği bir cinayetle suçlanan bir adam» öyküsüne dönüşür sık sık… Bu tür öykülerin en belirgin tema’sı da «kuşku» tema’sıdır. (HİTCHCOCK ARTIK KİMSEYİ KORKUTAMAYACAK – Alfred Hitchcock [1889 – 1980], 1980)”

                                               * * * * *

“Öncelikle, Hitccock’un anlatacağı veya anlattığı öyküyü tümüyle sinema olarak, sinemanın kendine özgü öğeleriyle düşünen, biçimlendiren bir sanatçı olması olayı var. Hitchcock, bunu şu abartmalı sözle çok iyi belirtiyor: «Bir sinemacının söyleyeceği hiçbir şey yoktur, göstereceği şeyler vardır.» (HİTCHCOCK ARTIK KİMSEYİ KORKUTAMAYACAK – Alfred Hitchcock [1889 – 1980], 1980)”



                                               * * * * *

“«Hiç ilgimi çekmeyen, benim seçmediğim konular ve oyuncularla çalıştığım oldu. Ama yine de inançlarıma, kişisel ahlakıma aykırı tek bir sahne bile çektiğimi anımsamıyorum. Hepsi de iyi olmayan bu filmlerde, beni küçük düşürücü bir şey bulamazsınız.» (BENZERSİZ BİR SİNEMACI ÖLDÜ – Luis Bunuel [1900 – 1983]), 1983)”

                                               * * * * *

“Aldrich’in ilk filmleri, belki de yönetmenlik yaşamının en önemlileri sayılabilir. 1954’te yönettiği (3. filmi olan) «Asi Cengâver - Apache» sinema tarihinin ırkçılığa karşı çıkan ve Kızılderililerin yanını tutan ilk western’lerinden biri, belki de birincisidir. (BİR ANLATIM USTASI DAHA ÖLDÜ – Robert Aldrich [1918 – 1983], 1983)”

                                               * * * * *
“Hayatımın en önemli deyişini Galileo Galilei’de buldum: «Bir insan için gördüğünü görmemiş olmak olanaksızdır.» Bazı şeyleri görüp anladınızsa, onlardan kaçamazsınız. (Joseph Losey [1909 - 1984], YİTİK KUŞAĞIN SÜRGÜN SİNEMACISI JOSEPH LOSEY ARTIK GÜNÜMÜZÜN BÜYÜK USTALARINDAN SAYILIYOR, 1977)”

                                               * * * * *

“Yapıtına, biz sahip çıkmasak bile artık dünya sinema birikiminin malı olan yapıtına, değerlendirmek amacıyla yaklaşırken, Güney üstüne çeşitli siyasal ve adli olayların birikimiyle oluşan önyargılardan, kalıplardan ve kinden uzaklaşmak, onu sanatçı, sinemacı yanıyla ele almaya çalışmak gerekiyor. (Yılmaz Güney [1937 - 1984], YILMAZ GÜNEY’İN SİNEMASINA GENEL BİR BAKIŞ, 1984)”

                                               * * * * *

“«İki yaşında okumaya 7 yaşında Ravel ve Stravinsky çalmaya, 10 yaşında ise Shakespeare oynamaya» başladığı söylenen tam bir ‘harika çocuk’tu Welles. (ORSON WELLES – [1915 – 1985])”
                                                  

Bu Haftaki Tercihleriniz

KAPLUMBAĞA TERBİYECİSİ (Emre CANER)

GÖR BENİ (Azra KOHEN)

BİR ÖMÜR BÖYLE GEÇTİ (Faruk Nafiz ÇAMLIBEL)

BANDO TAKIMI (Muzaffer İZGÜ)

ŞEMS-İ TEBRİZİ'NİN ÖĞRETİLERİ