ATATÜRK'ÜN KÜLTÜR VE MEDENİYET KONUSUNDAKİ SÖZLERİ

Bugün 29 Ekim. Cumhuriyet yönetiminin kabul edildiği, “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.”  sözünün hayat bulduğu tarih. Ben de günün anlamını dile getirebilecek bir kitaba yer vermek istedim bugün:“Atatürk’ün Kültür ve Medeniyet Konusundaki Sözleri”



Belki söylenecek çok şey var belki de sözün bittiği yerdeyiz.
Gazi Mustafa Kemal Paşa. Vatanın kurtuluşu için şartları zorlayan; ülkenin gelişmesi için elinden geleni yapan…
İnsan, evlat, vatandaş, asker…
Daha önce “Atatürk” ve “Dahi Diktatör” adlı kitaplara yer vermiştim blogumda. Çocukluğu, öğrenim hayatı, katıldığı muharebeler, ülkesi için yaptığı çalışmalar, pek çok konudaki fikirleri yer alıyordu bu kitaplarda.
Bugün de “Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Kültür Merkezi”nin Ankara 1990 basımlı yayınına yer vermek istedim. İlk ağızdan, kendi sözleriyle…
Kitapta metinlerin asılları bulunuyor, bu sebeple dili ağır. Ancak kitabın arkasına kapsamlı bir sözlük eklenmiş. Ben de yazıyı hazırlarken bu sözlükten yararlandım. Her yazının başına da tarih ve yer not düşülmüş, onları da parantez içinde belirttim.
Günümüzde bu fikirleri okuyup, anlayıp uygulamaya ihtiyacımız var. Dünya yeniden şekilleniyor, hiçbir şey 1920’li yıllardaki gibi değil. Ancak geçmişten alınacak dersler geleceğe mutlaka ışık tutacaktır. Artık sözde “Atatürkçü”lüğü bir kenara bırakmak gerekir kanımca. Onu özde anlayanları görmek içinse yukarıdaki fotoğraflara dikkatli bakmak yeterlidir belki de.
Gün tabulaştırma, yüceltme ya da tartışma, yerme günü değildir. Değişen dünya düzeninde -Böl ve Yut- kendi kimliğimizi, toprağımızı kaybetmeden devam edebilmek için gün, birlik olma, bir olma, anlayışlı olma, anlamaya çalışma günüdür. “Bu nasıl gerçekleşir, gerçekleşmezse ne gibi sonuçları olur?” sorularının cevapları ise...  
                                                                    
Uygarlık insanın örf ve adetleri, davranışları, düşüncelerini açığa vurmaya yarayan dili, ülküleri, hayalleri ve ümitleridir; onun şekil, ses, renk ve söz yardımıyla yarattığı güzellikler, öyküler, efsaneler, gelenekler ve özlemleridir; keşifleri, ihtiraları (benzeri görülmemiş bir şey icat etme), bilgisi, inançları, kitapları ve kurumlarıdır; hayatını düzenlemek için bulduğu yöntemler ve kurduğu nizamlar, tutkuları, başarıları, zaferleri, tarih bilinci, büyük insanlarına bakış tarzıdır. Adalet duygusu, insancıl düşünceleri, bilime olan güvenidir. (ÖNSÖZ – Aydın Sayılı, Atatürk Kültür Merkezi Başkanı)”

                                               * * * * *

“İnsanın biyolojik faaliyetlerden gayrısını, yani insani olan bütün faaliyetleri içine alan uygarlık, bilimsel faaliyetten ve teknolojiden ibaret olmaktan uzaktır. Fakat kültür ve uygarlıkta gelişebilen ve sarih olarak ilerleyebilen hemen hemen her şeyin bilimle oldukça sıkı bir şekilde bağ kurabildiği veya kurabilmesi gerektiği de bir vakıadır. (ÖNSÖZ – Aydın Sayılı, Atatürk Kültür Merkezi Başkanı)”


                                               * * * * *

“Merkezimiz bu ciltte Atatürk’ün kültür ve uygarlık konusundaki sözlerini bağlamları içinde fakat olduğu gibi, yani herhangi bir kopukluk ya da ekleme yapmaksızın okuyucularımıza sunmaktadır. Yine bu metinler veya yerine göre, metin parçaları, okuyucularımıza yorum yapılmaksızın takdim edilmektedir. Okuyucunun Atatürk’ün konudaki düşüncesini kaynağından inceleyebilmesi için, metinlerde herhangi bir sadeleştirme de yapılmamıştır. Ayrıca, metinler, baştaki birkaçı müstesna olmak üzere, tarih sıralarına göre bu cilde alınmıştır. (ÖNSÖZ – Aydın Sayılı, Atatürk Kültür Merkezi Başkanı)”

                                               * * * * *

“Atatürk’ten bu cilde aktarılan metinlerin sonuna eklenen sözlüğün hacmi ve zenginliği dikkati çekmektedir. Bu sözlükte geçen kelimelerin öncelikle Atatürk’ten alınan metin parçalarındaki anlamlarının, yani içinde bulundukları bağlamlara tam uygun manalarının, belirginleştirilmesine özel önem verilmiş, özen gösterilmiştir. (ÖNSÖZ – Aydın Sayılı, Atatürk Kültür Merkezi Başkanı)”

                                               * * * * *

Medeniyetin ne olduğunu başka başka tarif edenler vardır. Bence medeniyeti harstan ayırmak güçtür ve lüzumsuzdur. Bu nokta-i nazarımı izah için hars ne demektir tarif edeyim:
‘A – Bir insan cemiyetinin devlet hayatında, B – Fikir hayatında yani ilimde, içtimaiyatta ve güzel sanatlarda, C – İktisadi hayatta yani ziraatte, sanatta, ticarette, kara, deniz ve hava münakalatçılığında (nakil, ulaştırma işleri) yapabildiği şeyler muhassalasıdır (bileşke, sonuç).’ (MEDENİYET NE DEMEKTİR? / 1930 yılının yaz aylarında, Yalova’da bir gece toplantısında Afet İnan’a yazdırdığı sorulara Atatürk’ün verdiği cevaplardan.)”



                                               * * * * *

“Yüksek bir hars, onun sahibi olan millette kalmaz diğer milletlerde de tesirini gösterir. Büyük kıtalara şamil (kapsamlı, kapsayan) olur. Belki bu itibarla olacak, bazı milletler yüksek ve şamil harsa medeniyet diyorlar. (MEDENİYET NE DEMEKTİR? / 1930 yılının yaz aylarında, Yalova’da bir gece toplantısında Afet İnan’a yazdırdığı sorulara Atatürk’ün verdiği cevaplardan.)”

                                               * * * * *

“Mesela İstanbul’un zaptı hadisesini mütalaa (irdeleme, düşünce) ederken, diyenler vardır ki: Bizanslılar Türklerden daha medeni idiler, fakat Türklerin harsı kuvvetli olduğu için galip ve muzaffer oldular. Bu telakki (anlayış, görüş) ve izah doğru değildir. Hakikatte Türkler Bizanslılardan hem daha medeni idiler, hem daha ırki karakterleri onlardan yüksekti. Medeniyet dediğimiz harsın, üç mühim unsurunu göz önünde tutarak hadiseyi mütalaa edersek, fikrimiz kolaylıkla izah edilmiş olur:
‘İstanbul’u zapt eden Türkler devlet hayatında elbette Bizans İmparatorluğundan çok yüksekti. Türklerin İstanbul fethinde inşa ve icat ettikleri gemiler, toplar ve her nevi vasıtalar, gösterdikleri yüksek fen iktidarı, bilhassa koca bir donanmayı Dolmabahçe’den Haliç’e kadar karadan nakletmek dehası, daha evvel Boğaziçi’nde inşa ettikleri kaleler, aldıkları tedbirler Bizans’ı zapt eden Türklerin fikir ve fen âleminde ne kadar ileri olduklarının yüksek şahitleridir.’ (MEDENİYET NE DEMEKTİR? / 1930 yılının yaz aylarında, Yalova’da bir gece toplantısında Afet İnan’a yazdırdığı sorulara Atatürk’ün verdiği cevaplardan.)”


                                               * * * * *

“Tarih yazmak, tarih yapmak kadar mühimdir. Yazan yapana sadık kalmazsa, değişmeyen hakikat insanı şaşırtacak bir mahiyet alır. (MEDENİYET NE DEMEKTİR? / 1930 yılının yaz aylarında, Yalova’da bir gece toplantısında Afet İnan’a yazdırdığı sorulara Atatürk’ün verdiği cevaplardan.)”

                                               * * * * *

“Kültür, okumak, anlamak, görebilmek, görebildiğinden mana çıkarmak, intibah (uyanma, uyanış, ibret dersi alma) almak, düşünmek, zekâyı terbiye etmektir. (KÜLTÜR NE DEMEKTİR? / 1936 yılının sonbaharında Atatürk’ün sözlerinden aşağıdaki paragrafları Afet İnan not halinde bize intikal ettirmiştir.)”

                                               * * * * *

“Halbuki düşününüz, efendiler, milletimiz ufak bir aşiretten; anavatanda müstakil bir devlet tesis ettikten başka Garp âlemine, düşman içine girdi ve orada azim müşkülat içinde bir imparatorluk vücuda getirdi. Ve bunu, bu imparatorluğu altı yüz seneden beri kemal-i şevket ve azametle idame eyledi. Buna muvafık olan bir millet elbette âli (yüce, ulu) hasais-i siyasiye ve idariyeye maliktir. Böyle bir vaziyet yalnız kılıç kuvveti ile vücuda gelemezdi. Cihanın malumudur ki, Devlet-i Osmaniye pek vasi (geniş, engin) olan ülkesinde bir hududundan diğer hududuna ordusunu sürat-i fevkalade (olağanüstü çabukluk) ile ve tamamen mücehhez (donamış, donatılmış, hazırlanmış) olarak naklederdi. Ve bu orduyu aylarca ve belki de senelerce hüsn-i iaşe (iyi besleme) ve idare ederdi. Böyle bir hareket yalnız ordu teşkilatının değil, bütün şuabat-ı idariyenin (idari bölümler) fevkalade mükemmeliyetine ve kendilerinin kabiliyeti olduğuna delalet eder. (ANKARA İLERİ GELENLERİYLE BİR KONUŞMA [28.XII.1920] / Ankara’ya gelişinin ertesi günü büyük bir heyet halinde Ziraat okulunda Mustafa Kemal’i ziyaret edenlere hitaben)”



                                               * * * * *

“Tekrar ediyorum, aleyhimizde sarf edilen mütalaat yanlıştır, bu hakikat tarihen ve mantıken sabittir. Bu hususu yalnız Garba değil, hatta vatandaşlarımıza da ehemmiyetli bir surette ihtar etmek lüzumunu hissediyorum. Çünkü nadirattan olmakla beraber teessüfle işitiyoruz ki, milletin tarihini okumamış veya hiss-i milliden (ulusal duygu) mahrum kalmış olması lazım gelen bazı şahıslar, ecnebilerin aleyhimizde serd (ileri sürme) ettikleri ithamatı (suçlamaları) reddetmedikten başka vatanlarını, kabahatli göstermekten çekinmiyorlar. Hala bugün, Sultani Mektebinin salonlarını aleyhimizde konferans verdirmek için ecnebilere küşade (açık, açılmış)  bulunduranlar var, bu gibilere lanet. (ANKARA İLERİ GELENLERİYLE BİR KONUŞMA [28.XII.1920] / Ankara’ya gelişinin ertesi günü büyük bir heyet halinde Ziraat okulunda Mustafa Kemal’i ziyaret edenlere hitaben)”

                                               * * * * *

“Efendiler. Erbab-ı ihtisasça (uzmanlar) malumdur ki, vazı-ı kanun (kanun koyan) olan insanlar birtakım evsaf-ı mümtazeye (üstün nitelikler) malik olmak mecburiyetindedir. O evsaftan (nitelikler, özellikler) birincisi şudur efendiler: Kanun teklif eden, kanun yapan, kanun vaz’eden bir insan beşeriyetin bütün hissiyatına, bütün ihtirasatına (aşırı istekler) herkesten daha çok nafiz (bilgili, nüfuz etmiş durumda) ve vakıf (bilen, elde eden, haberli olan) olur. Fakat nefsini herkesten ziyade ve tamamen, bütün şümulü (kaplama, kapsama, geniş bilgi) ile bunlardan tecrit etmek kudret ve kabiliyetine malik olmalıdır. Bu hassa-i mümtazeye (seçkin özellik) malik olmayan insanlar cemiyet-i beşeriye (insan topluluğu) için kanun yapmak hak ve salahiyetinden memnudur (yasak edilmiş, yasak). Efendiler. Kanunlar hissiyata ibtina (bir şeye dayanma)  ve ittiba (tabi olma) olunarak yapılamaz. (BAKANLAR KURULUNUN GÖREV VE YETKİSİNİ BELİRTEN KANUN TEKLİFİ MÜNASEBETİYLE [1.XII.1921] / Hukuk ve hukukun temelleri, XIX. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu ve Avrupa’daki ilmi ve idari kuruluşların karşılaştırılması ve ıslahat konusundaki sözleri.)”



                                               * * * * *

“Şimdiye kadar takip olunan tahsil ve terbiye usullerinin milletimizin tarihi tedenniyatında (gerilemeler) en mühim bir amil (etken, etmen, yapan, neden) olduğu kanaatindeyim. Onun için bir milli terbiye programından bahsederken, eski devrin hurafatından (aslı olmayan sözler, mitoloji) ve evsaf-ı fıtriyemizle (doğuştan gelen vasıflar) hiç de münasebeti olmayan yabancı fikirlerden, Şarktan ve Garptan gelebilen bilcümle (hep, bütün) tesirlerden tamamen uzak, seciye-i milliye ve tarihiyemizle (milli ve tarihi karakter) mütenasip bir kültü kasd ediyorum. Çünkü deha-i millimizin (milli deha) inkişaf-ı tamı (tam olarak ilerleme, tam olarak gelişme) ancak böyle bir kültür ile temin olunabilir; lalettayin bir ecnebi kültürü şimdiye kadar takip olunan yabancı kültürlerin muharip (savaşan) neticelerini tekrar ettirebilir. Kültür (haraset-i fikriye [entellektüel kültür]) zeminle mütenasiptir. O zemin, milliyetin seciyesidir (yaratılış, karakter, huy). (MAARİF KONGRESİNİ AÇARKEN [16.VII.1921] 16-21.VII.1921 TARİHLERİ ARASINDA Türkiye Milli Eğitim işlerinin bir programını hazırlamak amacıyla Ankara’da yapılan resmi ilk genel toplantıda.)”



                                               * * * * *

“Efendiler. Yetişecek çocuklarımıza ve gençlerimize, görecekleri tahsilin hududu ne olursa olsun en evvel ve her şeyden evvel Türkiye’nin istiklaline, kendi benliğine an’anat-ı milliyesine (milli gelenekler) düşman olan bütün anasırlarla (unsurlar) mücadele etmek lüzumu öğretilmelidir. Beynelmilel vaziyet-i cihana göre, böyle bir cidalin (savaş) istilzam (gerektirme) eylediği anasır-ı ruhiyye (ruhsal ögeler)  ile mücehhez olmayan fertlere ve bu mahiyette fertlerden mürekkep cemiyetlere hayat ve istiklal yoktur. (ÜÇÜNCÜ TOPLANMA YILINI AÇARKEN [1.III.1922] / Eğitim politikası, orta eğitim ve gençlerimizin yetiştirilmesi konusundaki sözleri)”

                                               * * * * *

“Hafızamda aldanmıyorsam, Belgrad üzerinden Viyana’ya yürüyen büyük bir Osmanlı ordusunun başında bulunan en büyük Osmanlı padişahlarından birinin, bir sanatkâra ihtiyacı olmuştu. Bunu bulmak bir mesele-i mühime (önemli sorun) teşkil etti. Nihayet efrad (erler, fertler) arasından biri çıktı. Fakat padişah bu hadiseden, ordu-i hümayunları (padişah ordusu) içinde bir sanatkârın bulunduğundan meyus (ümitsiz, kederli) ve müteessir (üzgün, üzüntülü)olmuştu. Padişah, sanatkârların orduya girmesi, ordunun salâbetini muhil (ihlal eden) olacağı zehabında (bir fikre, düşünceye kapılma) idi.
İşte bu zihniyetin hâkimiyet-i şahane ve şamilesidir ki (padişahlıkla ilişkili ve kapsamlı egemenlik), binnetice (sonuçta, sonuç olarak) Osmanlı ordusunu ve milletini iğneden ipliğe kadar, naldan mıha kadar her türlü ihtiyacatını teminden cahil ve aciz bıraktı. İhtiyacatının temini için milleti haraçgüzar (haraç verici) kıldı.
Bu zihniyetle sanatın lüzumu, sanatkârlığın ehemmiyet ve şerefi elbette takdir olunamazdı. (KONYA ASKERİ NALBANT OKULUNDA YAPILAN DİPLOMA TÖRENİNDE [3.IV.1922])”

                                               * * * * *

“Efendiler. Türkiye halkı asırlardan beri hür ve müstakil yaşamış ve istiklali bir lazime-i hayatiyye (yaşamsal öneme sahip) telakki etmiş bir kavmin kahraman evlatlarıdır. Bu millet istiklalsiz yaşamamıştır. Yaşayamaz ve yaşamayacaktır. (CLAUDE FARRERE ŞEREFİNE VERİLEN ÇAY ZİYAFETİNDE [18.VI.1922] / Claude Farrere’nin Mustafa Kemal’i ziyaret etmek üzere İzmir’e gelişinde.)”



                                               * * * * *

“Gözlerimizi kapayıp mücerret (yalnız) yaşadığımızı farz edemeyiz. Memleketimizi bir çember içine alıp cihan ile alakasız yaşayamayız. … Bilakis müterakki (ilerlemiş, ileri), mütemeddin (medeni, uygar) bir millet olarak medeniyet sahasının üzerinde yaşayacağız. Bu hayat ancak ilim ve fen ile olur. İlim ve fen nerede ise oradan alacağız ve her ferd-i milletin (ulus ferdi) kafasına koyacağız. İlim ve fen için kayıt ve şart yoktur. (ÖĞRETMENLER [27.X.1922] / Mustafa Kemal’in büyük zaferini kutlamak üzere İstanbul’dan Bursa’ya giden kalabalık bir öğretmenler grubu ile Bursa öğretmenlerine Şark Tiyatrosundaki gece toplantısında söylenmiştir.)”

                                               * * * * *

“Efendiler. Tarihimizi dolduran bunca muvaffakiyetler, zaferler veyahut mağlubiyetler, izmihlal (yok olma, yıkılma) ve felaketler, bunların kâffesi (hep, bütün, toplam), vukua geldikleri devirlerdeki ahval-i iktisadiyemizle (iktisadi durumlar) münasebettar ve alakadardır. Yeni Türkiyemizi layık olduğu mertebeye isal (vardırma, ulaştırma) edebilmek için, behemehâl (elbette, mutlaka) iktisadiyatımıza birinci derecede ehemmiyet vermek mecburiyetindeyiz. Çünkü zamanımız tamamen bir iktisat devresinden başka bir şey değildir. (İZMİR İKTİSAT KONGRESİNİ AÇILIŞ SÖYLEVİ [17.II.1923])”


32 kral ve 62 cumhurbaşkanıyla bir davette, 1928

                                               * * * * * 

“Ve arkadaşlar, biliyorsunuz, bu düşmanlar yani dâhili düşmanlar, harici düşmanların yapmadığı ve yapmaya muktedir olamayacağı şeni ve feci ef’al ve harekâtı irtikâpta (hile yapma, kötü bir iş yapma)  tereddüt göstermemişlerdir. (İZMİR İKTİSAT KONGRESİNİ AÇILIŞ SÖYLEVİ [17.II.1923])”

                                               * * * * *

“Milletimiz, Meclisimiz ve hükümetimiz samimi olarak sulh taraftarı bulunduğu için, muzaffer ordularımız durdurdu ve hey’et-i murahhasamızı (delege heyeti)  Lausanne’a gönderdi. Aylardan beri müzakereler ve münakaşalar cereyan ediyor. Fakat henüz muhataplarımız bizimle üç senelik, dört senelik bir hesabı rüyet (görme) etmiyorlar, üç yüz ve dört yüz senelik bir hesabı rüyete başlamışlardır. Ve hala muhataplarımız eski Osmanlı Devletinin tarihe inkılab ettiğini ve bugün yeni Türk Devletinin mevcut olduğunu ve bu Türkiye Devletini kuran milletin çok azimkâr ve celadetli (kahramanlık, yiğitlik) bir millet olduğunu ve bu milletin artık istiklal-i tamından (tam bağımsızlık) ve hâkimiyet-i milliyesinden zerre kadar fedakârlık yapamayacağını anlamamışlardır. (İZMİR İKTİSAT KONGRESİNİ AÇILIŞ SÖYLEVİ [17.II.1923])”

                                               * * * * *

“Memleketimiz ziraat memleketidir. Bu itibarla halkımızın ekseriyeti çiftçidir, çobandır. Binaenaleyh en büyük kuvveti, kudreti bu sahada gösterebiliriz ve bu sahada mühim müsabaka meydanlarına atılabiliriz. Fakat aynı zamanda sanatımızı da tezyid (çoğaltma) ve tevsi (geniş) etmek mecburiyetindeyiz. Eğer sanat hususunda yine müsamahakâr olursak o halde âsâr-ı sanayide (sanayi eserleri) yine haricin haraçgüzârı oluruz. Mahsulât ve mamulâtın mübadelatı ve servete inkılâbı için, ticarete ihtiyacımız vardır. Ticaretimizin ağyar (yabancılar, başkaları) elinde kalması, memleketimizin servetinden lüzumu kadar istifade edememeyi bais (neden olan, icap ettiren)  olur. Fakat bütün bunlar söylenildiği kadar basit ve kolay olmayan şeylerdir.  (İZMİR İKTİSAT KONGRESİNİ AÇILIŞ SÖYLEVİ [17.II.1923])”



                                               * * * * *

“Eğer bizim dinimiz aklın, mantığın tetabuk (uyma, uygun gelme) ettiği bir din olmasaydı ekmel (mükemmel ve kusursuz olan) olamazdı, âhir din olamazdı. (ADANA ESNAFLARİYLE KONUŞMA [16.III.1923] / Türk ocağında)”

                                               * * * * *

“Büyük dinimiz çalışmayanın insanlıkla alakası olmadığını bildiriyor. Bazı kimseler asri olmayı kâfir olmak sanıyorlar. Asıl küfür onların bu zannıdır. Bu yanlış tefsiri yapanların maksadı, İslamların kâfirlere esir olmasını istemek değil de nedir? Her sarıklıyı hoca sanmayın, hoca olmak sarıkla değil, dimağladır. (ADANA ESNAFLARİYLE KONUŞMA [16.III.1923] / Türk ocağında)”

                                               * * * * *

“Türk milleti daha dindar olmalıdır, yani bütün sadeliği ile dindar olmalıdır demek istiyorum. Dinime, bizzat hakikate nasıl inanıyorsam, buna da öyle inanıyorum. Şuura muhalif, terakkiye (ilerleme, yükselme, gelişme) mani hiçbir şey ihtiva etmiyor. Hâlbuki Türkiye’ye istiklalini veren bu Asya milletinin içinde daha karışık sun’i, itikadat-ı batıladan ibaret (batıl inançlar, temelsiz inançlar) bir din daha vardır. Fakat bu cahiller, bu acizler sırası gelince, tenevvür (aydınlanma) edeceklerdir. Onlar ziyaya (ışık) takarrüp (yaklaşma, yanaşma) edemezlerse, kendilerini mahv ve mahkûm etmişler demektir. Onları kurtaracağız. (KÜLTÜR HAKKINDA [29.10.1923]  / Fransız muharriri Maurice Pernot’ya demeç.”

                                               * * * * *

“Medeniyetten bahsederken şunu da kat’iyetle beyan etmeliyim ki, medeniyetin esası, terakki ve kuvvetin temeli, aile hayatındadır. Bu hayatta fenalık, muhakkak içtimai, iktisadi, siyasi aczi mucib olur. Aileyi teşkil eden kadın ve erkek unsurların hukuk-i tabiyelerine (doğal haklar) malik olmaları, aile vazifelerini idareye muktedir bulunmaları lazimedendir. (DUMLUPINAR’DA KONUŞMA [30.VIII.1924] / Başkomutanlık Meydan Savaşının ikinci yıldönümü dolayısıyla.)”

                                               * * * * *

“Terbiyedir ki, bir milleti ya hür, müstakil, şanlı, âli bir hey’et-i içtimaiye (toplum, topluluk) halinde yaşatır, ya bir milleti esaret ve sefalete terk eder. (SAMSUN ÖĞRETMENLERİYLE KONUŞMA [22.IX.1924] / Samsun İstiklal Ticaret Mektebinde öğretmenler tarafından verilen çay ziyafetinde)”

                                               * * * * *
“– Türk kadını nasıl olmalıdır?
Türk kadını dünyanın en münevver, en faziletkâr ve en ağır kadını olmalıdır. Ağır sıklette değil; ahlakta, fazilette ağır, vakur bir kadın olmalıdır. Türk kadının vazifesi, Türkü, zihniyetiyle, bazusiyle, azmiyle muhafaza ve müdafaaya kadir nesiller yetiştirmektir. Milletin menbaı, hayat-ı içtimaiyenin esası olan kadın, ancak faziletkâr olursa vazifesini ifa edebilir. Her halde kadın çok yüksek olmalıdır. Burada Fikret merhumun cümlece malum olan bir sözünü hatırlatırım: ‘Elbet sefil olursa kadın alçalır beşer’ İZMİR KIZ ÖĞRETMEN OKULUNDA BİR KONUŞMA [14.X.1925] / Öğrencilere sorulan sorular üzerinde yapılmıştır.)”

                                               * * * * *




“Türk milleti.
Ebediyete akıp giden her son senede, bu büyük millet bayramını daha büyük şereflerle, saadetlerle huzur ve refah içinde kutlamanı gönülden dilerim. Ne mutlu Türküm diyene! (ONUNCU YIL SÖYLEVİ [29.X.1933] / Onuncu Cumhuriyet Bayramı münasebetiyle Ankara’da yapılan büyük törende söylenmiştir.)”

                                               * * * * *

“Güzel sanatlarda muvaffakiyet; bütün inkılâpların muvaffak olduğunun en kat’i delilidir. Bunda muvaffak olamayan milletlere ne yazıktır. Onlar, bütün muvaffakiyetlerine rağmen medeniyet alanında yüksek insanlık sıfatıyla tanınmaktan daima mahrum kalacaklardır. (FLORYA KÖŞKÜ’NDE GECE TOPLANTISINDA [19.VII.1936] / 18 Temmuz akşamı köşkteki yemek toplantısında yazdırdığı notlardan)”


29 Ekim 1944, National Geographic Dergisi
                                            ▬    ▬      ▬


Bu Haftaki Tercihleriniz

KAPLUMBAĞA TERBİYECİSİ (Emre CANER)

GÖR BENİ (Azra KOHEN)

BİR ÖMÜR BÖYLE GEÇTİ (Faruk Nafiz ÇAMLIBEL)

BANDO TAKIMI (Muzaffer İZGÜ)

ŞEMS-İ TEBRİZİ'NİN ÖĞRETİLERİ