KIZILDERİLİ BİLGELİĞİ (Dennis RENAULT - Timothy FREEKE)
Amerika. Hayaller ülkesi. Hayallerin gerçeğe dönüştüğü rüyalar ülkesi.
Ülkenin yerlileri yani Kızılderililer de böyle mi düşünüyor acaba? “Beyaz Adam” onun topraklarına ilk ayak bastığında onun hayallerine, yaşamına, gerçeklerine ne oldu? Doğadan, doğaldan uzaklaştığımız şu günler yaşam dengemizi mi bozuyor, yoksa insanların bozulmuş olan dengesi güzellikleri mi yok ediyor?
Ülkenin yerlileri yani Kızılderililer de böyle mi düşünüyor acaba? “Beyaz Adam” onun topraklarına ilk ayak bastığında onun hayallerine, yaşamına, gerçeklerine ne oldu? Doğadan, doğaldan uzaklaştığımız şu günler yaşam dengemizi mi bozuyor, yoksa insanların bozulmuş olan dengesi güzellikleri mi yok ediyor?
“Beyaz adamlara beyaz yürekler gerek...”
*
* * * *
“Sir
Walter Raleigh 1584’te Virginia’ya ulaştığında, yerliler için ‘onlardan daha
nazik ve sevecen bir halk olamaz’ diye söz etmişti. İlk Hıristiyan kâşifleri
ise, ‘Bu insanlar öylesine bozulmamış ve temizler ki, onlar cennet bahçesinden
kovulan insan ırkından değiller,’ yorumunu yapmışlardı. Eğer Kızılderililerin
yardımları, şefkatleri ve dostlukları olmasaydı, ilk yerleşenler, bu yeni ve
farklı ülkede hayatta kalamazlardı. Ayrıca Amerika, rahatlıkla paylaşılabilecek
büyük ve verimli bir topraktı!”
*
* * * *
“İlk
yerleşenler, insan ve doğa arasındaki uyumlu dengeye, yerlilerin daha önce
bilmedikleri bazı salgın hastalıkları getirdiler. İnsan ve hayvanlara zarar
veren bu hastalıklar, beyaz işgalciler tarafından bütün kıtaya yayılacak olan
yıkım kültürünün önceden ilanı gibiydi adeta. Avrupalılar gelmeden önce Kuzey
Amerika’da on milyon yerlinin yaşadığı tahmin ediliyor. O zamanlar ırklar
arasındaki ilişkiler iyiydi. Ancak bu sayı, hastalıkların sonucunda gelen
ölümlerle bir milyondan da aşağı düştü. Bu yabancı kültürün işgali, yaşam
dengesini feci halde sarsmıştı. Bu yeni kültürün doğayla uyumsuzluğu felakete
yol açacak ölçüdeydi.”
*
* * * *
“Yerlilerin
sabır ve yardımlarına karşılık olarak, ‘Hıristiyan’ Avrupalılar onlara karşı
savaş açtılar. Çiçek hastalığı da dâhil olmak üzere birçok salgın hastalık
taşıyan battaniyeler yerlilere verilerek, bu savaş kasıtlı olarak desteklendi.
‘Kızılderili savaşlarının’ liderlerinden biri olan General Sherman 1868’de bir
konuşmasını şöyle bitirmişti: ‘Bu yıl ne kadar çok öldürürsek, gelecek yıla o
kadar az öldürmek zorunda kalırız. Çünkü onları gördükçe, “bunların ya hepsi
öldürülmeli ya da zavallı bir türün örnekleri olarak korunmalılar,” diye
düşünüyorum.’ Geçen yüzyılın sonunda bu tamamen başarıldı.”
*
* * * *
“Yaşamının
sonlarında Sioux Şefi Kızıl Bulut olanları şöyle anımsadı: ‘Onları bize
anımsayabildiğimden de çok sözler verdiler, ancak hiçbirini tutmadılar. Sadece
sözlerinden birini tuttular, topraklarımızı alacaklardı ve aldılar.’”
*
* * * *
“Dee
Brown, Kızılderili tarih kitabı olan Bury
My Heart at Wounded Knee’yi (Yüreğimi Yaralı Diz’e Gömün) o vahşetin
dokunaklı bir betimlemesiyle bitirir: ‘Dört erkeğin, kırk yedi kadının ve
çocukların kanayan yaralı bedenleri, karanlıkta ve dondurucu bir soğukta
vagonlardan indirildi, kilisenin talaş serpili zeminine dağıtıldı. 1890 yılıydı
ve dört gün önce Noel’de asılmış olan süslerin üstünde şu yazılıydı: DÜNYADA
BARIŞ, TÜM İNSANLIĞA İYİ DİLEKLER.’”
*
* * * *
“Bu
kültürel körlük ve alay dolu kötü gösterme alışkanlığı, son yüzyıl boyunca
yazılan öykü kitaplarında ve Hollywood filmlerinde de sürdü. Kızılderililer
vahşi kafa derisi avcıları olarak gösterildiler oysaki bu, beyazlar tarafından
başlatılmıştı. Onlar kestikleri yerlilerin başı için para talep ediyorlardı.
Yerlileri ilkel olarak gördüler oysa Avrupalılar bir zamanlar kul ve köle
olarak yaşarken, Iroquois’ların Altı Ulus Konfedarasyonu vardı ve sonradan
Birleşmiş Devletler Anayasasına ilham veren buydu. Ruhsallıkları derin ve her
zaman bir ‘Yüce Ruh’un çevresinde merkezlenmiş olmasına rağmen, saf doğa
tapınıcıları olarak adlandırıldılar.”
*
* * * *
“İlk
yerleşen beyazlara, ‘Doğanın dengesini korumak için topraktan bir şey
aldığınızda yerine başka bir şey koymalısınız,’ diyen Kızılderililer, batıl
inançlı olarak görüldüler. Şimdi ise Amerika toprağının yarısı kayıp ve çorak.”
*
* * * *
“Beyaz
adam gelmeden önce kafa derisi yüzmek şerefli bir davranış değildi. Sadece,
düşmanın gizil gücünün sembolü olarak
bir parça saç alınırdı.”
*
* * * *
“Ruhsallık,
Kaplumbağa Adası yerlileri için yaşamın bir parçası değil, bütünüydü. Hiçbir
Kızılderili dilinde ‘din’ sözcüğünün karşılığı yoktur; çünkü tüm davranışlar
dinsel davranışlardır. Bunun gibi, onlarda ‘sanat’ kavramı da yoktur. Günlük
yaşamda kullanılan elbise, çadır gibi her türlü eşyanın tasarımı o halkın
ruhsal anlayışını ve yaşam zevkini gösterir.”
*
* * * *
“Hepimiz
tek bir aileyiz. Hepimiz dünyalıyız ve her şey Yüce Ruh’un sevgisiyle var.
Hepimiz bir yaşam döngüsünün parçalarıyız. Bunun için bireysel mutluluğumuz
Bütün’ün iyi oluşuna bağlıdır.”
*
* * * *
“Uygarlık
ilerledikçe doğadan uzaklaşıldı. Bugün milyonlarca hayvanı onlara saygı
duymadan ya da şükranlarımızı belirtmeden öldürüyoruz. Onları, bizim varlığımız
için kendilerini kurban eden armağanlar olarak düşünmüyoruz. Aslında, onları
hiç mi hiç düşünmüyoruz. Beyaz Adam sağır, doğanın dilini anlamaktan çok uzak,
doğadaki uyumu algılayamıyor. Bu denli saygısız ve yıkıcı olmasının nedeni de
bu.”
*
* * * *
“İnançlı
insanlar bir tapınağı, herhangi bir bina değil de bilinçli ya da bilinçsiz tüm çağrışımlarıyla
Tanrı’nın Evi olarak algılarlar. Kaplumbağa Adası insanları da dünyayı yalnızca
bir kara parçası olarak görmezlerdi. Onu, ruhsallığı ve tarihi bir araya
getiren bir varlık olarak düşünürlerdi.”
*
* * * *
“İyi
olmak; bireylerin kendileriyle, toplumla ve doğal dünyayla ilişkilerinde
dengede olması demektir. Her birey büyük Yaşam Çemberi’nin bir parçasıdır. Eğer
bu bütünden ayrıymış gibi yaşanıyorsa, yıkım kaçınılmazdır. Bu yıkım,
yargılayan bir Tanrı’dan gelen bir ceza değildir; Bütün’le söyledikleri şarkıya
uyumsuzluğun mutlak sonucudur sadece.”
*
* * * *
“Terleme
bedenin doğal bir işlevidir. Ter gözeneklerinin kapanması ölüm nedenidir.
Gözenekler bedendeki zehirleri dışarı atar. Onların ‘üçüncü böbrek’ olarak
anılmalarının nedeni de budur. Terlediğimizde, bedenimizdeki yüksek ısıyla
birçok bakteriyi kelimenin tam anlamıyla yakarız. Isı, endokrin bezlerini de
harekete geçirir. Kılcal damarlar genleşir ve kalp daha çok kan pompalar.
Zehirler böylece bedenden atılır. Özellikle şehirlerin kirli havasında bulunan,
sinir ve yorgunluğa neden olan astım, uykusuzluk, kalp krizi ve alerjilerle
yakın ilgisi olan pozitif iyon fazlalığı da atılır.”
*
* * * *
“Söğüt
ayrıca önemli bir şifa ağacıdır. Kabukları, baş ağrısını ve diğer ağrıları
önlemede kullanılır; modern bilim onun etken maddesini asetilsalisilik asit
olarak sentezlemiştir; en iyi bilinen adıyla aspirin!”
*
* * * *
“Ayrıca,
sıradan bir modern insanın fiziksel açıdan geçmişin yerlileri kadar güçlü olmadığı
da bilinmelidir. Onlar temiz havayla, temiz suyla, sağlıklı gıdalarla kısacası
doğal yollarla yaşıyorlardı ve bu nedenle de fiziksel zorlukların üstesinden
daha kolay gelebiliyorlardı.”
*
* * * *
“Havası
ve suyu kirli şehirlerimizde birbirimizden, doğadan ve ‘Yaşamın Büyük
Gizemi’nden kopuk, neredeyse boğularak yaşıyoruz.”
*
* * * *
“Çağdaş
keşifler ve teknolojinin gelişimiyle, dünyayı bir bütün haline getirdik; en
uzak yerlere bile birkaç saatte gitmek iş bile değil, bir tuşa basarak
kıtalararası iletişime geçebiliyoruz. Ancak silahlarımızla, endüstriyel
kirlenmeyle ve doğayı acımasızca tahrip edişimizle, Yaşam Ağı’nı yırtma tehlikesiyle
karşı karşıyayız.”
*
* * * *
“Dünyamızın
canlı olduğuna inanmıyoruz. Bu, her nasılsa modern zihinlere çok saçma geliyor.
Aslında, ruhla bağımızı kaybettikçe
bize her şey saçma geliyor! Yaratılış’ın büyük bir kısmını ‘cansız’ diye
görerek, kendimizi cansız bir dünyada yaşamaya mahkûm ediyoruz. Belki de
dünyamıza farkına bile varmaksızın bu kadar çok zarar vermemizin nedeni de
budur.”
▬ ▬ ▬