SİS KELEBEKLERİ (Nazlı ERAY)

Hayalle gerçek, dünle bugün... Hepsinin iç içe geçtiği bir hikaye... Hayaller mi gerçek, yoksa gerçekler mi hayal? İnsan, bu ikisinin kesişim noktasında bir yerlerde mi duruyor yoksa hep ilerlemek zorunda olduğu için  ikisi birbirine mi karışıyor?
Nazlı Eray Sis Kelebekleri adlı kitabında bizi sisler içinde bir yolculuğa çıkarıyor. Hayal nerede bitiyor, gerçek nerede başlıyor? Gerçek bir hayatı mı yaşıyoruz yoksa hayal ettiğimiz kadar mı var oluyoruz? 


“Bu sessizlik, içinde gizlediği çığlıklarla kulağımın zarını patlatmıştı, başım dönüyordu.”

                * * * * *

“Birden Las Vegas’taki zamansızlığı, onun insanın üstünde yarattığı o muhteşem özgürlük duygusunu anımsamıştım. Ama bu özgürlük duygusu, eğlence ve mutluluk, insanları tutsak ediyor, onların o sonsuz kumar ortamlarından ayrılmamalarını sağlıyordu. Sinop’ta da aynı şey, çok değişik bir biçimde süregeliyordu. Las Vegas’ta zamanın yok edilmesi tümüyle yapaydı, kumar salonlarında zamanı gösteren hiçbir saat yoktu, dışarıya bakan pencere görünmüyordu. Oyun alanları içeriye doğru yoğunlaşan, şıkır şıkır aydınlık, içlerinde kendine has kumar gürültüleri barındıran, pırıltılı ve zengin mekânlardı. Sinop’ta ise bunun tam tersi, bir durağanlık, sessizlik ve insanı tutsak eden, ne olduğunu tam anlayamadığım bir şey vardı. Sisin kentin üstündeki sürekli değişen olayları kuşkusuz tümüyle doğaldı, bir doğa olayıydı buradaki, ama Las Vegas’takinden farksızdı bir yerde. Benim için öyleydi. Sinop’ta zaman yoktu. Tümüyle silinmişti. Bu kentte rahatlıkla, dün, yarın; bugün ise bir hafta öncesi ya da yarın sabah, elli yıl öncesi olabilirdi.”

                                   * * * * *

“ ‘Bu yoldan çok geçerim, hiç böyle bir direğin, ip merdivenin ve trapezin varlığını fark etmedim daha önce,’ diye bağırdım.
‘Görmedin miydi bunları daha önce?
‘İlk kez görüyorum.
‘Demek ki iyi bakmamışsın. İçine dönük, dalgın yürüyormuşsun bu yollarda. Yaşamın farkına varmadan öylece gidip geliyormuşsun,’ dedi Sebati.      

                                   * * * * *

“ ‘İçimden geldiği gibi konuşuyorum. Bu milletvekili olma işini senin aklına kim soktu? Senin dünyandan ayrı bir dünya bu. Senin yazdıklarını bile okumamış insanların arasında ömrünü geçirecektin. Değer mi? İhtiyacın mı var?’ diye sordu.”

                                   * * * * *

“Ne denli doğruydu Lale’nin söyledikleri. İnsan yıllardır isteyip de yapamadığı şeyleri böyle bir fizikle kolaylıkla yapabilir, istediği erkeği ele geçirebilirdi. Üstelik bana da benzemiyordu taşıdığım bu çekici, baygın bakışlı yüz ve bu eşsiz vücut. Onu biraz daha iyi tanımak istiyordum aslında. Bacaklarım çok uzundu. Bileklerim ince, ellerim ve ayaklarım ufak kemikliydi. Miyop değildim, çocukken geçirdiğim ağır kızamıktan sonra duyma gücü azalan sol kulağım çok iyi duyuyordu. Elimi hafifçe karnımın üstünde gezdirdim. Yıllardır orada bulmaya alışık olduğum ameliyat izlerim yoktu orada, karnım kadife gibiydi. Sigara içiyor muydum acaba? Sigarayı dört yıl önce bırakmıştım. Bir tane yakabilirdim şimdi. Beden başka her şey başkaydı.”

                                   * * * * *

“ ‘Odana geldim. Başka bir kadın açtı kapıyı,’ dedi Roberto Cavalli. ‘Odayı karıştırmış olacaksın,’ dedim. ‘Ne yaptın o kadınla, Roberto?’
‘Tanıdı beni. Aşağıya kahve içmeye davet ettim onu,’ dedi.Şuh bir kahkaha attım.
‘Bu kadarcık mı? Seni iyi tanırım ben, Roberto.’
‘Saçmalama,’ dedi. ‘Zaten kadın da yok oldu gitti. Seni görmüş olmalı. Bu kadar cinsellik, bu kadar çarpıcılık karşısında sönüp gitmiştir o.’
Roberto Cavalli’nin lafları biraz canımı sıkmıştı. Roberto Cavalli kızı Helena; yani benim şu anda içinde bulunduğum gövde veya fizik, o denli de ahım şahım bir güzellik değildi. Gençti, her tarafından cinsellik fışkırıyordu, ama derin olmayan bir yanı da vardı. Aynada iyice incelemiştim yüzünü.”

                                   * * * * *

“ ‘Helena. Pek muhteşem değildir,’ dedi Roberto Cavalli. ‘Makyaj. Çekimden önce saatlerce makyaj yapılıyor yüzüne ve vücuduna. Oysa siz ne kadar doğal ve güzelsiniz…’ ‘Öyle mi?’ dedim gülümseyerek.”

                                   * * * * *

“Bir an durdu. ‘Bu yaşam mı gerçek, yoksa rüyalar mı? Belki de bu yaşam bir rüya, asıl gerçek olan ise rüyalar… Hangisi gerçek acaba? Bunu çok düşünüyorum,’ dedi.”

                                   * * * * *

“Kalfa gitmişti. Mahmut Şevket Paşa cep telefonunu eline almıştı. ‘Savaşta cephedeyken şu, yanımda olsaydı tarih değişebilirdi…’ diye söylendi.
Ufacık cep telefonu onu büyülemişti. Kazım Ağa’nın gözleri kapanmış, derin bir uykuya dalmıştı. Lale beni mutfağa çekti. ‘İnanamıyorum,” diye fısıldadı. ‘Şehit mi bu adamlar?’
‘Öyle,’ dedim. ‘Doksan yıl öncesinin adamları bunlar.’”

                                   * * * * *

“Öyle bir çembere sokmuştum ki kendimi, bunu şaşkınlıkla fark ediyordum şimdi; bu çemberin içinde zaten bir şey yaşamama olanak yoktu.”

                                   * * * * *

“ ‘Ah,’ dedi Lale. ‘Bunu bir yapabilsen. Şu hayatını bir elbise çıkartır gibi üstünden çıkartıp bir köşeye koyabilsen bir süre… Nasıl rahat edeceksin bilmiyorsun. Bu karışık yük, bu yumak seni yoruyor,’ dedi Lale.”

                                   * * * * *

“ ‘Ne müthiş bir şey,’ diye mırıldandı Lale. ‘Bizler bunun farkında bile olmayız.’
‘Olmayız, çünkü dünya çok gürültülü ve hızlı,’ dedim.”

                               ▬      ▬      ▬

Kitapla ilgili yorumum:
"Sis Kelebekleri" okuduğum ilk Nazlı Eray kitabı. 

Kitapta epey kişi var:Ünlü modacı Roberto Cavalli, Sadrazam Mahmut Şevket Paşa, Rıza Nur'u merak eden bir Çingene, Bahri Cedid Vapuru ile Sinop'a sürülen dede Tahir Lütfi Tokay...Peki ya kahramanımız kim? Roberto Cavalli'nin mankeni mi Marie Antoinette mi yoksa...Kafanız mı karıştı? Merak etmeyin tüm bu karakterler ilginç bir kurguyla aynı hikayede başarıyla yer almış. Okuması rahat, akıcı bir kitap; ama yine de sonunun daha farklı olacağını düşünmüştüm.Yazarın, "Bu hikaye daha çok uzar, pek çok şey yazabilirim; ama artık bitirmeliyim." düşüncesiyle kitabı sonlandırdığı hissine kapıldım. Hayal ve gerçeğin iç içe geçtiği kitaplardan hoşlanıyorsanız okumanızı tavsiye ederim. Keyifli okumalar.

Bu Haftaki Tercihleriniz

BİR ÖMÜR BÖYLE GEÇTİ (Faruk Nafiz ÇAMLIBEL)

KAPLUMBAĞA TERBİYECİSİ (Emre CANER)

kitap performans ödevi

ELA GÖZLÜ PARS CELİLE (Osman BALCIGİL)

YALNIZLIK PAYLAŞILIR (Halil CİBRAN)