PUSLU KITALAR ATLASI (İhsan Oktay ANAR)

Uzun İhsan Efendi, Bünyamin, Arap İhsan ve diğerleri... Başlarından geçen olaylar... Gerçek mi rüya mı ya da hangisi gerçek hangisi rüya? Belki de her şey sadece bir masal...

“Ebrehe bu soruyu işitince duraksadı. Sanki bir sırrı verip vermemekte tereddüt ediyordu. Neden sonra gülümsedi ve fısıltıyla,  ‘Yaratılmamış olan dedi. “Biz yaratılmamış olanı arıyoruz...’
Bu cevap Bünyamin’i afallattığında, sözlerin bıraktığı etkiyi gören Ebrehe’nin memnuniyeti okunuyordu. Delikanlının kafasını iyice karıştırıp, kendi karanlık gölgesini onun zihnine sokmaya oldukça kararlıydı. Sözlerini şöyle sürdürdü:
- Bu deyim seni korkutmasın. Çünkü fazlasıyla basit bir şeyden bahsediyorum. ‘Yaratılmamış olanı’ anlaman için ‘yaratılmış olan’ ile kastedilen şeyi bilmen yerinde olur. Bir dokumacı için ‘yaratılmış olan’ kumaş iken, ‘yaratılmamış olan’ ipliktir. Çünkü onun yarattığı şey iplik değil, kumaştır. Ama bu kez iplikçi için durum farklı görünüyor. Çünkü o, yünü eğirip ipliği bükerken, yüne ‘yaratılmamış olan’, ipliğe de ‘yaratılmış olan’ diye bakar. Oysa ipliğe dokumacı ‘yaratılmış olan’ diyordu. Şu halde, üzerindeki elbisenin kumaşı, onu diken terzi için ‘yaratılmamış olandır.’ Elkimyacı için de durum buna benzer görünüyor. Çünkü kumaş nasıl ki iplikten meydana geliyorsa, aynı şekilde zaç yağı da kibritten meydana gelir ve ipliğin yünden meydana gelmesi gibi, kibrit de şap taşından oluşur. Dokumacının kumaşı iplikten yarattığını biliyoruz. Peki, sence Tanrı dünyayı hangi şeyden yarattı. - Elbette var olmayandan yarattı. - Öyleyse üzerindeki elbise nasıl ki yünden meydana geliyorsa, içinde yaşadığımız dünya da ‘var olmayandan’ meydana geliyor. İşte biz buna yaratılmamış olan diyoruz. - Ve onu varlığa getirmeye çalışıyorsunuz. - Hayır, öyle denemez. Zor da olsa, elbiseni iplik haline getirmek ve ipliği de yüne dönüştürmek mümkün. Bu işleme ‘yok etme’ denir. Biz sadece, Tanrı’nın yaratım aşamasını tersine izleyerek, yaratılmamış olana, boşluğa erişmeye çalışıyoruz.”

                                   *          *          *          *          *


Evet, haklısın. Dünya benim bir uzantım. Sen sadece kendi bedenini denetleyebilirsin. Oysa ben, uzaklardaki bir insanı, hatta bir kralı bile elimi kullandığım kadar kolay kullanabilirim. İstersem seni kandırabilirim, seninle oynayabilirim. Ama özgür olduğunu görmek hoşuma gidiyor.

                                   *          *          *          *          *

“Amaç, şüphe götürmeyecek ilk kesin bilgiye varmaktı. Her bilgiden şüphe eden Rendekar, şüphe ettiğinden şüphe edemiyor ve bundan da kendisinin var olduğu sonucunu çıkarıyordu.”

                                   *          *          *          *          *

“Bu dünyada insanların korktuğu tek şey öğrenmekti. Acıyı, susuzluğu, açlığı ve üzüntüyü öğrenmek onların uykularını kaçırıyor, bu yüzden daha rahat döşeklere, daha leziz yemeklere ve daha neşeli dostlara sığınıyorlardı. Dünyaya olan kayıtsızlıkları bazen o kerteye varıyordu ki, kendilerine altın ve gümüşten, zevk ve sefadan, lezzet ve şehvetten bir alem kurup, keder ve ızdırap fikirlerinin kafalarına girmesine izin vermiyorlardı. Oysa Uzun İhsan Efendi, Dünya'nın şahidi olmanın gerçek bir ibadet olduğunu sık sık söylerdi. Her insan şu ya da bu şekilde dünyayı okumalıydı. Çünkü dünyadaki en büyük mutluluk, bu Dünya'nın şahidi olmaktı.”

                                   *          *          *          *          *

“Düşündüğüm için ben var değilim, sizler varsınız. Sizler benim zihnimdeki düşüncelerden ibaretsiniz.”

                                   *          *          *          *          *

“Üzerindeki cübbe nasıl ki yünden meydana geliyorsa, müzik de aynı şekilde sessizlikten meydana gelir.”

                                   *          *          *          *          *

Kendisinden düşler yarattığım Boşluğun Atlasını, Adaş Vacuiyi bu yüzden yazdım: Sen okuyasın diye değil, yaşayasın diye.”

                                   *          *          *          *          *

 “…kendi payıma ben dünyayı rüyalarımla keşfetmeye çalıştım. bu yeterince cesur olmadığımın bir göstergesi olabilir. aynı hatayı senin de yapmana yol açmak istemiyorum. sana izin veriyorum, git. Git ve benim göremediklerimi gör, benim dokunamadıklarıma dokun, sevemediklerimi sev ve hatta bu babanın çekmeye cesaret edemediği acıları çek. Dünyadan ve onun bin bir halinden korkma.”
                                                                      ▬      ▬      ▬

Bu Haftaki Tercihleriniz

KAPLUMBAĞA TERBİYECİSİ (Emre CANER)

GÖR BENİ (Azra KOHEN)

BİR ÖMÜR BÖYLE GEÇTİ (Faruk Nafiz ÇAMLIBEL)

BANDO TAKIMI (Muzaffer İZGÜ)

ŞEMS-İ TEBRİZİ'NİN ÖĞRETİLERİ