ANİMA MUNDİ (Susanna TAMARO)

En büyük tutkusu edebiyat olan bir gencin hayalleri, arayışları, yaşadıkları... ; hayal kırıklıkları, kayıpları...
Susanna Tamaro’dan hüzünlü bir hikaye: Anima Mundi (Dünyanın Ruhu)

“Mutluluk deyince herkesin neşeyle şakıdığı eski Amerikan filmlerini kastetmiyorum. Ben daha basit, daha öz bir şeyle yetinebilirdim. Fiziksel bir şey getirsem aklıma, ılık bir zamk düşünüyorum. Parçaları bir arada tutan bir zamk. Ben buradayım, sen yanımdasın, zamk bizi birleştiriyor, yaptıklarımızı anlamamıza yardım ediyor. Oysa böyle bir şey yoktu, o evde iki kişi vardı ve o iki kişi, bir duvarla bir ayakkabı kadar yakındılar birbirlerine. Sonra bir üçüncüsü geldi ve bu da bambaşka bir şeydi, ne bileyim, bir kürek gibiydi. Duvar, ayakkabı ve kürek, aynı çatı altında yaşıyorlardı. Hepsi buydu.”

                                               * * * * *

“Durumum, babamın gözünden de kaçmamıştı. Bir akşam yemeği sırasında, çenesiyle beni göstererek anneme şöyle sormuştu: ‘Nesi var? Hasta mı?’ Neden benimle doğrudan konuşmadığını hep merak ediyordum. Acaba benim başka bir dil mi konuştuğumu sanıyordu? Bir şey sorması gerektiği her defasında, anneme ‘Nereye gidiyor?’ ya da ‘Neden böyle geç dönüyor?’ gibisinden sorular sorardı.”

                                               * * * * *

“Ne bir ayı, ne de bir aslan çevresini tahrip etmeyi düşünmüştür. Oysa insan, bunun ilk andan başlayarak yaptı. Yeryüzünde iki kişi olmaktansa dört kişi olmayı seçtikleri anda bunu becerdiler.”

                                               * * * * *

“Bir yonca tohumu, canlılığını seksen yıl boyunca koruyabilir. Olaylar için de böyle olur, onların üstünü bir kayıtsızlık örtüsüyle örtsek de, uzaklara savurmak için onlara doğru üflesek de onlar dinginlik içinde yerlerini korurlar. Bu olaylar, er ya da geç ortaya çıkacak birtakım şeylerin filizleridir.”

                                               * * * * *

“Büyük canilerin yaşamlarını okurken şaşırmamaya alışmıştım, gündüz bir halkın tümünü kıyımdan geçiren katiller, akşam saksıdaki çiçeklerini suluyor, yuvasından düşen bir kuş için gözyaşı döküyordu. İçimizde bir yerlerde bir şalter vardı: Gereksinmeye göre, bu şalter yüreğin akımını açıyor ya da kesiyordu.”

            * * * * *

“Kendinden nefret etmek ve başkalarına zarar vermek, aynı duygunun iki yüzüdür.”

                                               * * * * *

“Gülümsüyordu, ama bu hiç de hoşuma gitmeyen bir gülümsemeydi, dudakların gülümsemesi bakışlarınınkine uymuyordu.”

                                               * * * * *

“Roma’da herkes herkesin ‘arkadaş’ıydı, ama gerçek bir dost beyaz bir kaplan kadar ender bulunurdu.”

                                               * * * * *

“Ben gülümsemiştim, yılların gerisinden çıkıp gelen ve beni adımla çağıran bu bayın kim olduğunu anlayamıyordum. ‘Ben Paciotti’yim. Hatırlamadın mı? İki C sınıfından’ demişti. Ansızın çok uzaklarda kalan sislerin arasından üçüncü sırada oturan, model savaş uçaklarına meraklı sıska bir çocuk çıkıverdi. Paciotti, hem o çocuktu, hem de camın arkasında beni çağıran parlak kafalı adamdı.”

                                               * * * * *

“ ‘Ben dua etmeyi bilmem’ dedim rahibeye.
Bana baktı, bana bakarken bakışı yeniden aydınlanmıştı.
‘Hiç kimse bilmez. Öğrenebilmek için önce gururu kırmak gereklidir.’”

                                               * * * * *

“Her eylem dünyada var olan kötülüğü arttırır ya da azaltır, buna o ya da bu yönde karar vermek, yalnızca bize bağlıdır.”
                                          ▬    ▬      ▬
İlginizi çekebilir:
1.Kör Baykuş - Sadık Hidayet
2.Butimar - Kaan Murat Yanık
3.Kuğu - Gudbergur Bergsson

Bu Haftaki Tercihleriniz

BİR ÖMÜR BÖYLE GEÇTİ (Faruk Nafiz ÇAMLIBEL)

KAPLUMBAĞA TERBİYECİSİ (Emre CANER)

YEŞİL MÜREKKEP (Osman BALCIGİL)

SANATIN GEREKLİLİĞİ (Ernst FISCHER)

DEDE KORKUT HİKAYELERİ